Devlet makas değiştirme ihtiyacı hisseder mi?

Baş döndürücü bir hızla dönen Türkiye ve dünya gündemi hakkında yazı yazmak, sosyal medyada "yaşasınlar ve kahrolsunlar’’ sloganlarıyla sürdürülebilecek bir durum değil.

Durum ciddidir ve sahici soru ve cevapları hak ediyor inancındayım.

Devlet makas değiştirme ihtiyacı hissedebilir mi? Evet; hissedebilir. Peki; makas değiştirmek öyle sanıldığı gibi kolay mı? Elbette kolay değil, ama mümkündür. Maliyetler göze alınır, çekilecek sancılar doğru biçimde yönetilir ve zaman içinde yeni bir makasla yola devam edilir. Türkiye ve Batı ilişkileri şimdilerde böyle bir sancının tam ortasında kıvranmaktadır. Özellikle ABD ile yaşanılan sorunlar ve giderek ağırlaşan çözüm biçimleri sanki yeni bir doğuma gebe!

Ama unutmamak gerekir ki devletlerin makas değiştirmesi, öyle şirketlerin ya da bireylerin makas değiştirmeleri kadar pürüzsüz değildir. Her makas değişikliğinin öngörülen faturası bir tarafa, özellikle de barındırdığı ciddi riskler ve tehditler çok iyi hesaplanmalıdır. Peki, diyelim ki eski makası terk ettik. Eski makas artık bizi taşıyamıyordu. Katarımızın yeni bir makasa ihtiyacı var. Yeni makasın bizi taşıyacağından nasıl emin olabiliriz? Bu sorunun kolay bir cevabı yok. Belki de cevabı eski makasla yaşadığımız sorunlarda gizli. Kim bilir?

Türkiye’nin ABD ile yaşadığı, daha doğru bir ifade ile söylersek, ABD'nin Türkiye ile yaşadığı sorunların çözümsüzlüğü, Türkiye’yi yeni bir stratejik ittifak arayışına mı sürüklüyor? Yeni hedefler ve yeni stratejik seçenekler gündemde mi? Yoksa Türkiye sadece kendisine yönelik bu kuşatmayı yarmak için kazan-kazan hamleleriyle  mi yetiniyor? O birilerinin çok yüksek sesle dile getirmeye başladığı Avrasya eksenine mi yöneliyor?

Bu olup bitenler bu arayışın sonuçlar mı? Yoksa bu durum salt savunma psikolojisinden mi ibaret?

Konuşmamız ya da analiz etmemiz gereken tablo bu olsa gerek!

Türkiye’nin Astana görüşmelerinde İran ve Rusya ile girmiş olduğu yoğun iletişim ve diplomasi, kimi çevrelerce artık yeni bir stratejik ortaklığın işaretleri olarak okunmasına rağmen, sahadaki gelişmeler bunun tam da böyle olmadığını gösteriyor!

Birbirlerine hemen hemen hiç güvenmeyen, sanki zorunluluktan ötürü yan-yana gelmiş üç ülke görüntüsü var ve daha çok Türkiye’nin kendisini öne sürdüğü bir durumla karşı karşıyayız.

En basitinden İdlib meselesine baktığımızda; ‘niçin İdlib, öncelikli hale geldi‘ sorusuna verilen cevap; ‘Afrin’i almak için’ deniliyor!

İyi hoş da Afrin’de Ruslar var ve niçin Afrin’e girmek için kulağın arkası dolaşılarak bu yol izleniyor.

Çünkü Rusya, Türkiye’ye güvenmiyor ve kendisi ile Suriye rejimi için birinci derecede tehlike gördüğü İdlib’deki güçleri bertaraf etmek istiyor ve bunu Türkiye olmadan yapamayacağını biliyor; yaklaşık 3 milyon insanın yaşadığı ve Suriye iç savaşının en acısı ile deneyimli militanların barındığı ve Suriye devriminin son kalesi olan bir yerden söz ediyoruz…

Bir diğer can yakıcı soru da şu:  ABD’nin Mısır darbesi ile beraber Türkiye’yi yöneten siyasi kadrolara ve özellikle de Erdoğan’a yönelik bitmez tükenmez saldırıları, mevcut siyasi iradeyi savunma psikolojisine itmeye çalışırken; bu savunma gardı AK Parti ve Erdoğan’ı kendi sosyolojisinden koparmaya itiyor.

Hem içeride hem de dışarıda muhafazakar demokrat kimliğiyle hak ve özgürlüklerin önünü açmaya çalışan, mağdur ve mazlumların sesi olmak için iktidara gelen AK Parti; bir bakımdan kendisini var eden sosyolojiden kopartılıyor.

Yani AK Parti’yi AK Parti olmaktan çıkaran ve bunun sonucu olarak da AK Parti iktidarını bölgedeki diğer iktidarlara (İran, Irak, Suriye, Suudi Arabistan, Yemen. vs.) benzetmeye veya daha da olumsuz anlamda dönüştürmeye çalışan bir tehlike ile karşılaşmak ihtimalini yükselten bir tablo ile karşılaşıyoruz.

Gerek artık Batı demokrasisi gerekse de kendini Avrasya bloku olarak lanse eden güçler için, statükolarını korumak, öncelikli hale gelmiş durumda. Bunun bugün iktidara yansıyan ABD karşıtlığı ile İran ve Rusya ile girişilen ilişkilerin çok ötesinde bir durum olduğunu belirtmek isterim.

Dünyada ve bölgemizde yükselen güçler, maalesef hak ve özgürlüğü savunan güçler değil, daha çok mevcut statükoları koruyan ve kollayan güçlerdir.