Devlet önce sensörlerini temizlemeli

Samimiyetsiz yapılan işten hayırlı sonuç çıkmaz. Bu yüzden 90’lardaki terörle mücadeleden sonuç alınamadı. 

Çünkü o dönemde uygulanan yöntemler, terörü bitirmekten ziyade azdırmaya yönelikti...

Kürtlerle teröristler aynı kefeye konarak daha ilk düğme yanlış iliklediğinden, devamında atılan her adım terörün ekmeğine yağ sürüyordu.

Neyse ki ilerleyen süreçte devlet bu yanlışı gördü.

Artık Kürt vatandaşlarımız terörist olarak görülmediği gibi terörle mücadele esnasında da sivillerin zarar görmemesi için azami gayret sarf ediliyor.

Öte yandan, devletin muhatap olduğu diğer bir örgüt olan “Paralel Devlet” ile mücadelede de hukuk kuralları çerçevesinde yürütülmektedir.

Ancak bu hassasiyetin istismarı, terörle mücadelelerde de ciddi zaaflara sebep olmaktadır.

Yani tam bir, “Tavuk yumurtadan mı yoksa yumurta tavuktan mı” kısır döngüsü...

Devlet, kanseri temizleyemedi

Devlet, irtica gibi hayali düşmanlarla uğraşırken kendi bünyesine sinsice yayılan kanseri fark edemedi. Daha sonra devlet yönetimi, samimi yöneticilerin eline geçmişse de bu çürüme fark edilemedi.

Çünkü bu habis ur, devletin bütün sensörlerini ele geçirmişti.

Artık Hollywood’un soygun filmlerinde olduğu gibi, kontrol merkezleri sahte görüntülerle oyalanırken operasyonlara devam ediliyordu.

Bu vahamet ancak 17/25 Aralık darbe teşebbüsünden sonra fark edilebildi...

Ancak, bu kanserli hücreler devletin hassas noktalarından hızlı bir şekilde temizlenemediği için bünyedeki tahribat tam olarak durdurulamadı.

Devlet, kendi bünyesindeki bu ‘gizli terör’ü temizleyemedikçe düşmanlarına karşı net sonuç alamaz.

Çünkü, bünyedeki bu ajan mikroplar devletin bütün bilgi ve imkanları bünye dışındaki müttefik unsurlarla paylaşılmakta, devlet içeriden çökertilmeye çalışılmaktadır.

Oslo’dan MİT TIR’larına kadar birçok kalkışma bu mikropların işbirliğinin sonucudur.

Bünyedeki bu hastalıklı unsurlar, bu tür kritik operasyonların aydınlatılmasını da engellemektedir.

Son dönemdeki en kritik saldırılar karanlıkta kalmıştır.

Bu saldırılarla ilgili olarak defalarca gündeme getirdiğimiz sorular cevapsız kaldı. Ve çok manidardır, devletteki o hücrelerin sivil müttefikleri de kendilerinden emin bir şekilde bu saldırıların aydınlatılamamasını speküle etti hatta mağdurları müsebbip olarak gösterecek kadar ileri gitti.

Bu saldırı da karanlıkta kalmaz umarım...

Gelelim dünkü menfur olaya...

Bu saldırının, demokrasiye, bütünlüğümüze karşı yapıldığından elbette bir şüphe yok.

Ancak bunlar, gerekçe olamaz.

En kritik günlerde, ülkenin başkentinde, MİT ve Emniyet’in yanı başında, ilan edilmiş bir miting öncesinde bu çaptaki bir patlamanın gerçekleştirilebilmesi, yukarıda bahsettiğimiz sensör arızalarının en belirgin sonucudur.

Bugün terörle mücadeledeki en büyük zaaf da budur.

Devletin en hassas noktalarından terör örgütüne veya aracılarına her türlü bilgi ve desteğin verildiğine dair çok ciddi şüpheler vardır.

Bu öldürücü mikropla mücadele çok yavaş ve etkisiz yürümektedir.

Bugün Diyarbakır başta olmak üzere en hassas bölgeler, İstanbul ve Ankara’dan sürülen (!) paralel memurlarla doludur.  

“Efendim, memurin muhakematı sebebiyle bunlar atılamıyor, ancak yer değiştirilebiliyor” deniyor ama bu yapılan, kanserli mikropların daha geniş alanlara yayılmasını sağlamaktan öte bir anlam taşımamaktadır.

Devleti yıkmaya çalışanları bertaraf etmek her şeyden önce demokrasiye, insanlığa ve daha da önemlisi kendisine güvenen milletine karşı en önemli görevidir.

Bunun yöntemi devletin bileceği iştir.