Ne kadar tartýþtýðýmýz hayli kuþkulu olsa da, Arap Baharý baþlýðý altýnda devam eden sürecin nereye gideceði, hepimizi çok yakýndan ilgilendiriyor.
Haklý nedenlerle olsa da Suriye’ye odaklanmak, bizi daha geniþ bir alanda devam eden geliþmelerden uzaklaþtýrdý. Fas’tan Mýsýr’a, Suriye’den Bahreyn’e kadar devam eden deðiþimin ortak özellikleri olduðu kadar, farklý dinamiklerin ve zaman akýþlarýnýn etkisini gözardý etmemek gerekiyor.
Arap Baharý parantezindeki ayaklanmalarý, rejim deðiþikliklerini ya da yaþanan çatýþmalarý, ortak baþlýklar üzerinden incelemek mümkün mü? Bu sorunun, bizdekinden çok daha yoðun biçimde, baþta ABD olmak üzere uluslararasý sistemin önemli aktörlerince tartýþýldýðý çok açýk.
Ortaya çýkacak yeni coðrafyada, yönetimlerin, zihin dünyalarýnýn ve bunlar arasýndaki etkileþimlerin ne kadar yönetilebilir olup olmadýðý herkesten çok onlarýn gündeminde.
Mýsýr’da Ýslamcýlarýn hakim olacaðý bir yeni yönetim ya da Suriye’de Müslüman Kardeþler’in merkezinde olacaðý bir iktidar modeli, sahiden beklenen ve arzu edilen bir gelecek midir? Hemen her uluslararasý zeminde dile getirilen mesajlar, bize bunu mu anlatmaktadýr?
Sözkonusu siyasi hareketlerin tecrübelerinin ve ‘deðiþim’ yönünde verdiði mesajlarýn, sistemin ana aktörleri tarafýndan nasýl algýlandýðýný ve ne denli ‘kabul’ gördüðünü henüz bilmiyoruz.
Daha açýk bir soruyla, bugüne kadar demokratik yönetimlerden çok, diktatörlerle, hanedanlarla uzlaþmayý tercih eden, hali hazýrda bu yöndeki alýþkanlýklarýný malum ülkeler üzerinde devam ettiren ABD ve ortaklarý, þimdi nasýl bir gelecek kurguluyor?
Baþýndan itibaren, özellikle Mýsýr’da ortaya çýkan ayaklanmanýn, mevcut Ýslamcý hareketlerin de içinde yer aldýðý, ancak onlarý çok aþan bir karaktere sahip olduðunu düþünenlerdenim. Sosyal medya aðlarýný öne çýkararak yazýlan tezlerin fazlaca vulgarize edip önümüze getirdiði köpürtülmüþ analizleri bir kenara býrakýrsak; meydanlara yansýyan taleplerin ideolojik ya da bütüncül olmaktan çok; parçalý ve alabildiðine bireysel olduðu gerçeðiyle karþý karþýya kalýrýz.
Örgütlü bir muhalefetin daima bir adým önde olduðu, buradan hareketle mesela Mýsýr’da Ýslamcý hareketlerin iktidarý elde etme konusunda hayli mesafe aldýðý söylenebilir. Ancak Tahrir Meydaný’nda toplanan milyonlarýn talepleriyle, bu iktidar yürüþüyünün ne kadar kesiþip kesiþmediðini gerçekten bilmiyoruz.
Ýþte bu belirsizlik, hem muazzam bir hýzla baþlayan ayaklanmalarýn hýzýný kesti; hem de uluslararasý sistemin ana aktörlerinin kafa karýþýklýðýný artýrdý.
Türkiye’nin duruþu
Bir baþka sýcak örnek olan Suriye konusunda yaþanan ‘kilitlenme’ halinin perde arkasýnda da benzer bir kafa karýþýklýðý var. Çok dikkat çekici; þu ana kadar Türkiye’nin ve özellikle de Baþbakan Tayyip Erdoðan’ýn vurguladýðý kadar açýk bir biçimde, hemen hiçbir aktör ‘Seçimler yapýlsýn, sandýktan çýkan sonuca herkes razý olsun’ tezini dile getiremedi.
Farklý etnik yapýlar, mezhepler, cemaatler ve dinler, bir o kadar farklý talebi ve ‘kendisine ait olaný isteme’ hakkýný beraberinde getiriyor. Düne kadar deðiþim, iktidarý birinin terkedip ötekinin elde etmesinden ibaretti. Oysa bugün kimin iktidardan gideceði açýk; ama kimlerin, hangi uzlaþmalarý saðlayarak iktidara ortak olacaklarý son derece karmaþýk. Kuzey Irak ya da Lübnan Hizbullah’ý örnekleri, devletlerin yerine pekala ‘devletimsi’ yapýlarýn da yaþayabileceðini göstermiþken, ‘birlik ve bütünlük’ içinde yeni iktidarlar beklemek kolay deðil.
Türkiye, biraz da kendi içinde yaþadýðý tecrübenin ona söylediðini, dýþ politikanýn diline tercüme ederek yalýn ve açýk bir mesaj veriyor: ‘Sandýða gidilsin ve kazanan yönetsin.’
Bakalým öyle mi olacak, hep birlikte göreceðiz.