Devlete değil, Diyarbakır’ı Beyrutlaştıranlara şarla...

"İnsanlar ölüyor, sen iki adet taş yığınının derdindesin...”

Kurşunlu Camii’yle ilgili yazdığım yazıya gelen “müşteri” tepkisi bu sözlerle başlıyor...

“Okur” diyemiyorum... Kendisini “müşteri” kılmış ve bir klavyeye sahip olmak dışında ayırıcı vasfı bulunmayan, üstelik Türkçeyi kafasını gözünü yararak kullanan ve ancak “paylamak” için bir yazarla diyaloga geçen kanaat sahipleri türedi...

Dalga geçilmeyeceğini bilsem, “eski zamanların terbiyesi” derdim.

Eski zamanların terbiyesi kalmadı, evet...

“İki adet taş yığınını önemsediğiniz kadar insanları da önemseseydiniz bunlar yaşanmazdı...”

“Bunlar” ifadesine takılıyorum.

Hangi zarurete binaen kurulduğu belirsiz “gençlik yapılanması”nın cinayetlerinden mi söz ediliyor acaba?

Hendekler... Barikatlar... Mayınlar... Uzun menzilli silahlar... “Temize havale” edilmiş çorbacı çırakları... Sahte trafik ihbarıyla öldürülen polisler... Yakılan ambulanslar... Kundaklanan camiler...

Derken, CHP’li Sezgin Tanrıkulu’nun demeci düşüyor ekrana...

Sezgin Bey kaygılı...

Çok kaygılı hem de...

“Bölge Suriyeleşecek, Lübnanlaşacak, Diyarbakır Beyrutlaşacak” diyor.

Tuhaftır, bunu bir müjde gibi söylüyor...

Ve ekliyor:

“Bir yol ayrımına gelmiş Türkiye... Türkiye Kürt meselesinde yakın tarihinin en ağır krizini yaşıyor ama hükümet maalesef bunun farkında değil...”

Kendi partisi çok mu farkında bu krizin?

Hangi konuda yol ayrımına gelmiş Türkiye?

Bize hangi “zorlu seçenekleri” işaret ediyor Sezgin Bey?

Bunca yıllık tecrübesi (yıllarca PKK’lıların avukatlığını yaptı, Kürt siyasal hareketinin gayrı resmi sözcüsü gibi davrandı, yeri geldi aktivist oldu, yeri “insan hakları sözcüsü” oldu, solcu oldu, sosyalist oldu, PKK’cı oldu, CHP’li oldu, Avrupacı oldu, Amerikancı oldu, usulüyle her bir şey oldu) ona, “Yaşadığımız krizin Kürt meselesiyle bir alakası yok... Adlı adınca terörün yol açtığı bir krizi yaşıyoruz...” dedirtemiyorsa, konuşacak fazla bir şey yok...

Bugün PKK terörüyle (ve elbette iç savaşla) tehdit edilenler Kürt meselesini çözmek için gövdelerini taşın altına koyarken, Sezgin Bey’in partisi tuhaf bir ulusalcılıkla, “Bu AKP ne yapmaya çalışıyor? Hak iadesi Türkiye’yi böler” diye feveran ediyordu.

Kürtçe yasağının kaldırılmasına en büyük tepki CHP’den gelmişti.

Sezgin Bey bu vetireyi bilmez mi?

Harf yasağının son bulması...

Kürtleri çok rencide ettiği söylenen “Andımız”ın kaldırılması...

Kürkçe neşriyata izin verilmesi...

Üniversitelerde “Kürt Dili ve Edebiyatı” kürsüsünün kurulması...

Bütün bu “iyileştirmelere” en katı defansın CHP tarafından uygulandığını Sezgin Bey bilmez mi?

Bilmez olur mu hiç?

Sezgin Bey, “Ana dilde savunma hakkı” Meclis Adalet Komisyonu’nda görüşülürken hangi partinin rezalet çıkardığını da çok iyi bilir.

Bilir ama söylemez.

Tıpkı, Diyarbakır’ın hangi güçler tarafından Beyrutlaştırılmak istendiğini bildiği ve bu konuda hiç ağzını açmadığı gibi...

Biz, CHP’den (ve elbette Sezgin Tanrıkulu’ndan)“hendek siyasetine” karşı ciddi bir duruş, kuvvetli bir itiraz bekliyoruz...

Öyle “hendek kazan arkadaşlar” türünden laubali bir itiraz değil.

Ciddi bir itiraz...

Madem Diyarbakır’ın Beyrutlaşmasından müştekisiniz, “Bu eli roketatarlı, yüzü maskeli Vandallar da nerden çıktı? Niye insan öldürüyorlar? Niye etrafı yakıp yıkıyorlar?” diye soracaksınız...