Devrim diyen o dilleri yesinler

Hastasıyız... Ailecek izliyoruz ve çok mutlu oluyoruz.

Bize “devrimciymiş gibi” yaptığında sevinçten havalara uçuyoruz.

Hüseyin Aygün’den söz ediyorum.

Meclis’e girmiş, girmeyi başarmış ender devrimcilerden biri...

Bu iş için halaoğlu Kılıçdaroğlu’nun davetini bekledi.

Başlangıçta, “Ben sosyalistim, Dersim çalışmalarımla tanınıyorum, sizi sıkıntıya sokmayayım” diyerek kendince işi yokuşa sürmeye çalıştı ama Kılıçdaroğlu’nun “Biz seni olduğun gibi kabul ediyoruz, Yeter ki milletvekilimiz ol” teklifini de geri çevirmedi, çevirmek istemedi. “Halaoğlu kontenjanı”ndan Meclis’e girdi.

İyi oldu.

Daha doğrusu, kötü oldu.

Çünkü, aykırı fikirlerin adamı Aygün’ün, “olduğu gibi” biri olmadığını gördük.

Üzüldük.

Başka bir şey olmak istiyormuş.

Olmak istediği şey, halaoğluyla aynı dalga boyunda ilerlemek, kadim ve kurumsal CHP’nin “ulusalcı” yörüngesinde kaybolmakmış.

Dersim’e ve Seyit Rıza’ya iade-i itibar istemişti, hatırlayacaksınız.

Halaoğlu Kılıçdaroğlu, “Böyle şeylerin zamanı değil” deyince, bu isteğinden vazgeçti.

Böyle şeylerin zamanlaması mı olurdu?

Olurmuş...

Bir zamanlama hatası daha yaptı ve Tunceli isminin Dersim olarak değiştirilmesi için bir yasa teklifi hazırladı.

Umduğu desteği bulamadı tabii.

Çünkü, destek umduğu siyasi kesimin lideri (yani halaoğlu Kemal Kılıçdaroğlu) “Dersim’de yaşananların, devrimin tarihsel meşruiyeti içinde olağan karşılanması gerektiğini” söylüyordu. Üstelik bir Dersimliydi, gadre uğramış bir aileden geliyordu ama kendisine biçilmiş ulusalcı rolün dışına çıkmıyordu, çıkmak istemiyordu.

Bu rol, son zamanlarda, Hüseyin Aygün gibi “müddei” kişilerce de benimsenir oldu.

Bir zamanlar “Ben sosyalistim, Dersim çalışmalarımla tanınıyorum, sizi sıkıntıya sokmayayım” diyordu, şimdi “sıkıntı” izale ediyor.

Dün bir beyanatını okudum.

Şaşırdım.

BDP-PKK çizgisini Amerikancılıkla, Pan-Kürdizm siyaseti gütmekle suçluyordu...

Bu tutumuyla da, Maocu Kemalist kesimden alkış alıyordu.

Bol alkış...

Daha önce “Kafası karışık bu arkadaşın” demiştim de, taraftarlarının hışmına uğramış, epey hakaret işitmiştim.

Demek ki, Hüseyin Bey’in gözünde karakol basan, kan döken, sağı solu bombalayan ve “bağımsızlık fikriyatını” savunan PKK makbul... Çözüm sürecine “evet” diyen PKK ise hem Pan-Kürdist, hem de Amerikancı.

Bu cümleden olarak, kendisini kaçıran PKK’lılar “iyi niyetli çocuklar”; adam kaçırma gibi işlere yeltenmeyen, terörden uzak duran PKK’lılar da “kötü niyetli çocuklar” oluyor.

Böyle mi okumalıyız?

Böyle okuyoruz ve içinde “devrim” geçen cümleler kurmaya pek hevesli Hüseyin Aygün’e soruyoruz:

PKK’nın “terör seçeneğini” devre dışı bırakması sizi niçin geriyor?

Barıştan neden bu kadar ürküyorsunuz?

Nedir sizi rahatsız şey?

Daha düne kadar “Dersim”den, “Kürt hakları”ndan, “Türklerin ve Kürtlerin kardeşliği”nden söz ediyordunuz; Seyit Rıza’ya iade-i itibar kovalıyordunuz, şimdi kendinizi Kemalistlere alkışlatıyorsunuz...

Ne oluyor?

Sonunda anakronik ulusalcı tezlere saplanacaktınız da, niçin girdiniz o Meclis’e?

Bundan sonra hangi “farklılığınızla” tanıyacağız sizi?