Devrim falan olmaz

Futbola devrim gerek.” Geçen sezon, daha ortada şike soruşturması falan yokken, 26 Ocak 2011 tarihinde yazdığım ve futbolumuzun gerileme döneminde olduğunu vurguladığım yazının başlığı bu. O yazıdan birkaç paragraf aktarıyorum aşağıda:

“Kulüplerimizin çok azı ‘uzun vadeli’ bir program gözetiyor. Belirlenmiş hedef ve ilkelerden çok, günübirlik dalgalanmalara göre karar veriliyor. Kulüp yönetim ve yapılanması açısından profesyonel bakışın çok uzağında olduğumuz da kesin. Hala ‘tek adam’ ve ‘hizip’ anlayışı egemen. Futbolun yönetimi profesyonellere delege edilmediği için, kişisel eğilim ve yargılar ön planda.

‘Uzun vade’ ağır basmadığı için, teknik direktörler hep ‘bıçak sırtı’nda. Zihinsel konfordan mahrum. Kafasındakileri uygulamak konusunda mütereddit. Öte yandan, ‘futbol finansmanı’ konusunda bir arpa boyu yol gidememiş durumdayız. ‘Milyar dolarlık endüstri’yle övünmek kolay. Mesele bu alana özgü bir ‘finans modeli’ni doğru uygulayabilmekte. Spekülatif olarak ‘şişen’ bir endüstri yarın yere çakılıverir de!

Kimsenin dilinden düşürmediği ‘altyapı’da hala bir sistematik yok. Biri gidip başkası gelince sistem ve düzen de değişiveriyor. ‘Aşırı pahalı’ bir iç transfer piyasamız var. ‘Yıldız olma’ potansiyeli taşıyan oyuncuları köreltiyor bu durum. ‘Yabancı kontenjanı’ politikamız her yıl değişiyor. Böyle olunca ‘uzun vadeli’ düşünmenin de anlamı kalmıyor. Hakem kararlarında ‘standart’tan mahrumuz. Bunca ‘saha dışı’ tartışma hakem camiasının da ayarını bozuyor kuşkusuz. Akılcılık yerine, duygu ve heyecanlara kulak veriyoruz, bazen de hinliğe. ‘Olumsuzluk ve kargaşa’nın haber değeri daha yüksek ne yazık ki, alıcısı daha çok.”

Şimdi bu sezonu gözünüzün önüne getirin, sonra da yukarıda yazdıklarıma tekrar bakın. Bu kadar mı değişmeden kalır herşey? Bir futbol düzeni bu kadar mı akıldışı, hantal, tutucu olur? Soruşturma süreci büyük bir “değişme ve arınma” fırsatı sunmuştu bize. Elimize yüzümüze bulaştırdık. Herşeyi olduğu gibi korumayı marifet sandık. Ne kadar övünsek azdır.

Sezondan kalan

Bu sezondan geriye ne kaldı? Birisi çıkıp ortaya bir tanecik bile olsa “anlamlı” bir sonuç koysun, ona razıyım. Mevcut düzenin “meşrulaştırılmasını” kendine iş edinmişlerin parlak, cafcaflı, zorlama gerekçelerini sezon boyu dinledik. Onlara karnım tok. Sağduyulu bir spor yorumcusu çıkıp desin ki “Bu sezondan şöyle şöyle bir ders çıkardık.” Ben de şapkamı çıkarayım.

Futbol kültürümüz? Dibe vurdu. Güven? Bırakın güven tazelemeyi, iyice sıfırlandı. Futbol kalitesi? Baştan beri “Play-off saçmalığı futbol kalitesini düşürür” demiştim. Son şampiyonluk maçı dahil tablo ortada. Federasyon? Eskisiyle yenisiyle, futbolu yönetemediği açık. “Futbolun Efendileri” daha devrim ihtimali ortaya çıktığı gün bir “karşıdevrim” planladılar, uyguladılar. Biz de 10 aydır boş yere çene yorup durduk.

Beşiktaş’a yakışan

Çoğunuz biliyorsunuz, geçen sezonu Schuster’in hücum futbolunu “savunmak”la geçirdim. İşe yaramadı. Bu sezonu Beşiktaş’ın “tedbirli futbolu”na hücum etmekle geçirdim. İşe yaramadı. Geçen sezon “Schuster kadar cesur değilmişim” türünden başlıklar atıyormuşum yazılara. Bu sezon: “Hücum Beşiktaş, Hücum”, “Cesaret Carvalhal, Cesaret!” Tayfur Havutçu gelmiş, ona da aynı çağrıyı yinelemişim play-off boyunca. Bir takım, hemen hemen aynı kadro yapısıyla, birbirini izleyen iki sezonda bu kadar çelişik bir oyun yapısı sergileyemez. Sergilememeliydi. Ama öyle oldu.

Şimdi yönetimin yapacağı teknik adam tercihini çok önemsiyorum. Son dönemdeki yazılarımda “Nasıl bir teknik adam?” sorusuna belli bir karşılık getirmeye çalıştım. Türk futbolunun kalitesi dibe vurmuşken, “pozitif futbol”a yatırım yapacak ve gerçek bir devrimi gözetecek tek takımdır Beşiktaş. Ben böyle düşünürüm. Beşiktaş kendine yakışan “oyun anlayışı”nı benimseyene kadar ben de buradan mücadele etmeyi sürdüreceğim. İnadım inat.