Devrim

Efendim, Millî Eðitim Bakanlýðý “devrim niteliðinde bir karar” vermiþ. Bu baþlýðý görünce telâþla açýp haberi okudum.

Devrim þu:

Bundan sonra öðrenciler okula istedikleri kýyâfetlerle gidebileceklermiþ.

Yâni okullarda “kýyâfet devrimi” oluyor bu zâhir.

Eh, Sultan III. Selim’den, hattâ bahtsýz Genç Osman’dan bu yana bizde devrim denince akla ilk önce kýlýk kýyâfet geldiðine nazaran þaþýlacak bir þey yok bunda. Geleneklerimize sâdýk kalarak bir devrim de MEB yapmýþ. Daha doðrusu deðerli matbuatýmýz yapýlan deðiþikliðe bu adý münâsib görmüþ.

Bizim devrimciler dýþ görünüþe fazlaca meraklýdýrlar. “Þekil içeriði belirler.” faraziyesine aþýrý bel baðlayarak kýlýk kýyâfete aþýrý önem atfederler. Rahmetli Atatürk de kafalarýmýza fes yerine þapka giyersek Avrupalýlar gibi düþünmemiz kolaylaþýr zehâbýna kapýlmýþdý.

Aslý aranýrsa Millî Eðitim Bakanlýðý’nýn “devrim gibi” bâzý kararlar almasý gerçekden iyi olurdu ama bunlar arasýnda kýlýk kýyâfetin yeri herhalde ön sýralar olamaz.

Bu konuda birkaç husûsa dikkati çekmek istiyorum:

Bizim maarif sistemimizin en zayýf noktasý bunun bir “sanki imiþ gibi sistemi” olmasýdýr!

Esâsen Türkiye Cumhûriyeti’nin bütün kurumlarýna sinmiþ bulunan bu sistemi bir “dostlar alýþveriþde görsün ekolü” olarak tanýmlamak da mümkindir.

Biz meselâ yediyüz küsur bin kiþilik ordu besleriz ama Sûriye, hani þu dünki vilâyetimiz diye küçümsediðimiz Sûriye, öksürse elimiz ayaðýmýz birbirine dolanýr ve baþkalarýndan füze dileniriz. Çünki Sûriye’nin elindeki 4.700 füzeye karþýlýk bizim sâdece 170 füzemiz bulunmaktadýr... Ama NATO içinde ABD’den sonra “ikinci güçlü ordu” bizimkidir diye mangalda kül býrakmamak da yine kendi “uzmanlýk” (!) alanýmýza girer.

Eðitim alaný da böyledir.

Siz hiç normal bir Türk lisesinden mezun olup da bir turiste yol târif edecek derecede olsun Ýngilizce öðrenmiþ Türke rastladýnýz mý?

Ben de rastlamadým!

Ben diyorum ki eðitim sistemimize reform elzemdir ama bu önce “ÖÐRETMENLER”den baþlamalýdýr.

Bizim her þeyden önce birinci sýnýf “TÜRKÇE ve ÝNGÝLÝZCE” öðretmenlerine ihtiyâcýmýz var! Fransýzca/Almanca kusur kalsýn, çocuklarýmýza önce doðru dürüst Ýngilizce öðretelim ilk etapda yeter!

Tabii ondan evvel Türkçe gelir! Çünki insanlar önce bir “aslî dil” edinmezlerse baþka dilleri öðrenmekde zorlanýrlar. Bunu ben söylemiyorum, dilciler söylüyor.

Bu baðlamda önemli bir diðer nokta da yabancý dil eðitiminin en geç üçüncü, ama daha iyisi ikinci sýnýfdan îtibâren baþlamasýdýr.

Bu yaþlarýn çocuklar için erken olduðu iddiasý palavradýr!

Ben aktif televizyonculuk yýllarýmda bu konuyla epeyi uðraþdým. Almanya’daki Türk çocuklarý muhtelif eyâletlerde okula baþlar baþlamaz Almancanýn yanýsýra Türkçe dersi de alýyorlar ve hiçbir problem doðmuyor. Tam tersine, orada Almanca esas dil olduðuna nazaran, Türkçe dersi ne kadar geç baþlarsa o kadar az baþarý saðlanýyor.

Kýsacasý bizde yabancý dil eðitimine ikinci sýnýfda baþlamak ancak avantaj saðlar.

Ama tabii bütün bunlar önce gerekli öðretmen kadrolarýnýn mevcûdiyetine baðlý.

Bunun dýþýnda ana hedef çocuklarýn “muhâkeme yeteneði”ni geliþtirmek olmalý.

Gençler “neden, niçin, nasýl” sorularýna bizzat cevab vermeyi öðrenmeli ki bunun için de mantýk ve felsefe dersleri önem kazanýyor. Bunlara da mümkin mertebe erken baþlamak bence yerinde olur.

Paralel olarak müfredât programýna alýnacak din derlerinde ise önemli inançlarýn ne olduklarý objektif bir üslûbla anlatýlmalý ve bu dersler kesinlikle birer “Sünnî Kur’ankursu”na dönüþtürülmemelidir.

Buyrun size devrim!