Devrimci duruş ve cesaret

Her eleştiriyi yıkıcı ya da yok edici kabul edip tepki göstermek yerine, soğukkanlı bir anlama çabasına girmek her zaman en doğrusudur. Yaşadığımız coğrafyanın zorluklarını aşmak için, siyasi aklın oluşumunda farklı düşüncelere, eleştirilere ve yaklaşımlara yer vermek zorundayız.

Türkiye, elbette üzerine hesaplar yapılan bir ülkedir. Bu hesapları sıradan olarak görmek, öyle algılayıp ya da algılatıp hafife almak; en insaflı deyimle aymazlıktır. İçinde bulunduğumuz dönem, yakın tarihte eşine rastlanmayacak ölçüde bu tür hesap ve operasyonların kol gezdiği bir dönemdir.

Ancak bunların varlığı, yazının girişinde söylediğim soğukkanlı duruşu kaybetmemize neden olmamalı. Bu oyun ve hesaplardan bahseden herkesi düşman ya da tüm bunların bir parçası olarak görmek de sağlıklı bir ruh hali olmasa gerek.

Siyasi aklın oluşumu, başka bir ifadeyle ‘devlet aklı’nın şekillenmesi, var olan tüm değer, düşünce ve yaklaşımların ortak katkısıyla mümkün olabilir. Kuşkusuz her hadiseye olumsuz yaklaşan ya da yapmak istediği her çıkışta, günü birlik hesaplarla konuşarak olup bitenin fersah fersah uzağında olduğunu ortaya koyan ana muhalefet benzeri yapılardan söz etmiyorum. Bu tür yapıların ne devlet aklına, ne de herhangi bir ortak gelecek tasavvuruna katkısı olacağını düşünüyorum.

Önümüzde hayli zor, sürprizlere ve bir o kadar da yol kazalarına açık bir harita var. Harita derken, sadece çözüm süreci ve benzeri kritik başlıklardan söz etmiyorum. Onu da içine alan çok daha geniş bir yeni dönemi konuşuyorsak eğer, tüm bunları daha sakin, daha farklı düşüncelere kulak veren ve yeri geldiğinde bazı başlıkları yeniden veya sil baştan ele alan bir cesarete ihtiyacımız var.

Bugün Türkiye’yi yöneten siyasi iradenin ve onun şekillendirdiği aklın, geçmişle kıyaslanamayacak ölçüde derinlik sahibi ve bir o kadar da cesaretli olduğunu söylemekten asla çekinmeyelim. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, şaşırtıcı ve sürpriz çıkışlar, hamleler, yeri geldiğinde taşı çatlatacak bir sabır ve ferasetle Türkiye’nin değişiminde rol oynadı. Onun üslubunu sert ya da uzlaşmaz bulanlar ya da böyle bir portre üzerinden farklı bir hesap peşinde koşanlar, hiçbir zaman vizyon ve cesaret olarak Erdoğan’ın yanından bile geçemediler.

Çözüm süreci, Kürtler, ayrılıkçı tezler, IŞİD başlığı altında devam eden ve hala çoğumuzun bir örgüt filan gibi algıladığı gelişmeler, Kobani başlığı altında devam eden olaylar. Bunlara pekçok başlık eklenebilir. Ancak tüm bunların yeni bir yaklaşım ve cesaretle ele alınması gerektiğini söylersek, herhalde kimseye haksızlık etmiş olmayız.

Türkiye’de bürokrasi, kendisini dönüştürmek ya da en azından işler hale getirmek isteyen herkesi ve her hamleyi, usta bir oyuncu edasıyla göğsünde yumuşatıp kendi lehine çevirmeyi başaracak tecrübe ve pratiğe sahip ne yazık ki! Tayyip Erdoğan farkı tam olarak buradaydı. Bürokrasiye teslim olmadı, onun kendisini kuşatmasına izin vermedi. O yüzden devrimci ve cesur hamlelerini yapabildi.

Bize yeni dönemde yol azığı olarak lazım olan, bu cesareti ve ufku yeniden yakalamak. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun genel başkan seçildiği kongre konuşmasında buna dair çok heyecan verici işaretler vardı.

Bu güzel gidişi, hızla taşlaşma eğiliminde olan zihinlere kurban etmeyelim. Yüze yüze kuyruğuna geldik derler ya; işte tam bu noktada birilerinin birden fazla post çıkarma alışkanlığına geçit vermeyelim.