Devrimde olur böyle şeyler!

Avrupa Parlamentosu’ndaki sosyalist ittifakın lideri Swoboda’nın bizim Kemal Bey’e verdiği “ayarla” ilgili epey yazı okudunuz.

Konu sündürmeye çok müsait.

Evir çevir yaz...

Ben de “iktidara vuramayan ama muhalefet söz konusu olunca aslan kesilen” yandaşlar grubunun bir üyesi olduğuma göre, Swoboda’nın fırçasını fırsat bilip Kemal Bey’e yüklenebilir, “birazcık da solcu olun, solcu olsaydınız bunlar başınıza gelmezdi” diyerek, bildik lafları sıralayabilirim.

Bunu yapmak istemiyorum.

İçimden gelmiyor.

Bir taraftan da üzülüyorum.

Koskoca muhalefet liderinin, türdeşi tarafından istiskalle karşılanması, sonuç kime yontarsa yontsun, üzücü... Benim açımdan üzücü en azından.

Bu arada bir “son dakika notu” aktarayım:

Swoboda ile Kemal Kılıçdaroğlu arasında beklenen görüşme iptal edilmişti, biliyorsunuz. Hatta, CHP cenahından “gurur kibir rüzgarları” estirilmişti, “ikinci van münit hadisesi” denmişti..

Kemal Bey de, “Ben iptal ettim. Ne görüşeceğim onunla!” tadında bir açıklama yaparak, kendince “durumu” kurtarmaya çalışmıştı ama istihbar ediyoruz ki, bu görüşmenin katiyetle olmayacağını söyleyen kişi Swoboda’ymış.

Bu durumu da vuzuha kavuşturduktan sonra, gelelim Kemal Bey’in Swoboda’yla ilk temasından sonra yaptığı açıklamaya.

Faruk Loğoğlu da şahittir...

Kemal Bey Swoboda’dan ayarı alınca, basının karşısına çıktı ve aynen şunları söyledi: “Ben hiç bir zaman gidip Esad ile tokalaşmadım. Ona kardeşim demedim. Eşimle onun eşi bayram tatili veya tatil yapmadık. Onun da özel mahkemeleri var. Recep Bey’in de özel mahkemeleri var. O da halkına baskı kuruyor. Bu da halkına baskı kuruyor. Orada da basın özgürlüğü yok. Burada da basın özgürlüğü yok. CHP hiçbir zaman baskıcı yönetimleri desteklememiştir.”

Güzel bir açıklama.

Mantık kurgusu da sağlam...

Fakat, bu Kemal Bey nerede yaşıyor?

Dahası, CHP tarihini kendi tarihinden ibaret mi sayıyor?

Esad’la tokalaşmadı. Doğru...

Bu fırsatı bulamadı da, o yüzden tokalaşmadı... Başbakan olsaydı ve komşu devlet başkanıyla görüşmek zorunda kalsaydı, bu fırsatı tepe tepe kullanacaktı.

Esad’ın elini tutanlar ve birlikte tatil yapacak kadar işi ileri götürenler, Suriye’de “açıklık rejimi” sözü aldıkları ve gerekli reformların yapılacağına inandıkları ya da inandırıldıkları için böyle bir yakınlaşmaya izin verdiler.

Kemal Bey ise, Esad kendi vatandaşlarını katletmeye başladıktan sonra ilişki tesis etme cihetine gitti ve Suriye’ye “dostluk ve iyi niyet heyetleri” göndermeye başladı.

Demek ki, CHP reform sözü veren Esad’tan hoşlanmıyor.

Kan döken Esad’ı seviyor.

Kemal Bey, “CHP hiçbir zaman baskıcı yönetimleri desteklememiştir” derken, ironi yapıyor herhalde.

CHP’nin, bırakın baskıcı yönetimleri desteklemeyi, bizzat baskıcı yönetimin kendisi, hatta “feriştahı” olduğunu unutuyor.

Esad’ın mahkemeleriyle, tamamen hukuk çerçevesinde kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerini (bunlara “Recep Bey mahkemeleri” diyor) eşdeğer tutuyor ama hangi yasal ve anayasal zorunlulukla ortaya çıktığı belirsiz İstiklal Mahkemeleri’ni es geçiyor.

Birileri, Kemal Bey’e, İsmet Paşa mamulü “Takrir-i Sükûn Yasası”nı hatırlatsın.

Hem “Takrir-i Sükûn Yasası”nı, hem de İstiklal Mahkemeleri’nin adlı adınca “CHP mahkemesi” gibi çalıştığını ve temyizi bile olmayan yargılamalarla darağaçlarında salkım salkım muhalif sallandırdığını hatırlatsın.

Naçizane, ben hatırlattığımda şu cevabı almıştım: “Devrimdir. Devrimde olur böyle şeyler...”