Dik durduk, eğilmedik

40 yıl... Koskoca 40 yıl... Çalıştın, çabaladın. 

İslam adına, Müslümanlık adına dava güttüğünü söyledin.

Kestanepazarı’nda ruhunu şeytana sattığını en yakınındakine bile hissettirmedin.

Çünkü o satılmış ruhunu fark etseler, ulvi bir amaca hizmet yalanına kimse inanmayacaktı.

İpini tutanların talimatını harfiyen yerine getirdin. Hain planını gergef gibi işledin. Adım adım, adeta iğneyle kuyu kazar gibi ihanet çemberini genişlettin. Masum müslümanları etrafına topladın. Çünkü bu milletin düşmanı hep karşısında görmeye alışık olduğunu öğretmişti efendilerin sana. Onların yanındaymış gibi gözükürsen sana inanacaklarını biliyordun.

Bu sayede semirdikçe semirdin. Bitin kanlanmaya başlayınca önce etobur parazitler gibi Müslüman camiaya saldırdın. Türlü kumpaslarla adlarını lekelemeye gayret gösterdin. “İlayi Kelimetullah”ı yaymaya çalışan Müslüman grupları sinsice hedef aldın, gazetelerini kötüledin, şirketlerini önce içeriden ele geçirdin ardından batırdın.

Doymak nedir bilmedin, dost görünüp hep istedin. Reddedilmedin de. Seni reddetmeye yeltenenleri kıyıda köşede tehdit ettin, ileri gidenleri katlettin, cesetlerini ya gizledin ya başkasının üstüne attın. 

Kurduğun tezgâhı iyi işlettin. Zekât dedin, kurban dedin verdiler, evlat dedin kurban ettiler. Çünkü iyi bir insan, iyi bir müslüman olarak yetiştireceğini vaat ettin. Nereden bileceklerdi ki o körpe yaşta eğitmek için aldığın çocukları, bu vatana ihanet edecek mankurtlara çevireceğini.

Ama kaderin üstünde bir kader vardı, ciddiye almadın. Her şeyi hesap ettin ama bir uzun adamın tüm ayarlarını, tüm oyunlarını bozacağını hesaba katmadın. Aslında O’na da müslüman gibi görünmüş, kaleyi içeriden fethetmeye çalışmıştın. Ama o şeytanın gülen yüzü olduğunu, münafık olduğunu anladığı anda bu kez uzun adamı hedef aldın. 

Gezi’de gizliden saldırdın. Başarılı olamayınca 17/25 Aralık darbe girişiminde baş aktörlüğe soyundun. İhtiyat kuvvetlerini saklayıp piyadelerini sürdün meydana.

Yine hesaba katamadığın bir şey vardı. Senin yalanına, hilelerine kanacak bir millet yoktu. Kandırdığın hâkimlerle, savcılarla, polislerle ülkeyi paralize edeceğini, takıntılı olduğun uzun adamı indireceğini sandın.

Yenilen pehlivan güreşe doymaz hesabı, bu kez çaldığın sınav sorularıyla yuvalandığın silahlı kuvvetlerdeki ihtiyat gücünü devreye sokman istendi. Şizofrenik küçük dünyanda emre zaten ihtiyacın yoktu, işgal hareketine dünden hazırdın.

Yine bu milleti hesaba katmadın. Profesör unvanlı haşhaşilerinden anlıyoruz ki bu halkı kendin gibi sandın, silahı görünce “Beceremediniz, bırakın” diyeceğini düşündün. Oysa “hayatında G3 piyade tüfeği görmemişler, darbe olursa evinden çıkmazlar, kurşun sesiyle ilk bulduğu deliğe kaçarlar” dediğin bu halk bırak kurşunu, tanka kafa tuttu iyi mi?

Çünkü bu halk “dik dur eğilme bu millet seninle” derken, senin o küçük dünyanda yaşadığın hezeyanları, sıklıkla başvurduğun takiyeyi, işine geldiğinde ayeti hadisi eğip bükmeyi hülasa ikiyüzlülüğü bilmezdi. “Bu millet seninle” gerçekten lideriyle beraberdi.

Yani “1 dolarlık” adamların gibi, senin ruhunu sattığın yere her şeyini satan haşhaşilerin gibi değildi bu millet. “Meydanlara çıkın” diyen başkomutanının emrini yerine getirirdi, demokrasi nöbetlerinde 22 gün şanlı direnişini kutladı. “Vatan sevgisi imandandır” diyen sevgili peygamberimizin hadisini şiar edinip vatanına imanına sahip çıktı.

Şeytanın o gülen güzünü parçalamak, yılanın başını yeniden hayat bulamayacak şekilde ezmek, son darbeyi vurmak ve şanlı direnişi taçlandırmak için “Yenikapı” davetine icabet etti bu millet. Yer kırmızı gök beyazdı. Görmemek için başını çevirdin. Pensilvanya’daki sarayında öfke nöbetleri geçirip, sarayının hemen önünde kurulan dev ekrandan yankılanan bu milletin sesini duymamak için çim biçme makinelerini çalıştırdın. Belki o sesi bu şekilde duymadın ama bir o tarafa bir bu tarafa döneceğin mezarının her köşesinde yankılanacak bu milletin sesi. Emin olabilirsin.