
Köyün birinde, adamın birinin güzel ve alımlı bir atı varmış. Adam, girdiği her koşuyu kazanan bu soylu atının uysallığıyla övünüp dururmuş. Bir gün ne olmuşsa at adeta delirmiş. Bırakın sırtına binmeyi, kimseyi yanına bile yanaştırmaz olmuş. Sağa sola çifte atmaya, kaydını, bendini koparmaya, serbest kaldığı zaman deli danalar gibi koşmaya başlamış. Adamcağız kime ve nereye başvurmuşsa, kime göstermişse atının bu durumuna bir çare bulamamış. Esasen hiç kimse de ata yanaşamamış. Bir süre sonra at, yemeden, içmeden de kesilmiş, bir deri bir kemik kalmış. Adam, çok sevdiği atının düştüğü bu duruma çok üzülmüş. Çare bulmak için kapı kapı dolaşmış, uzak diyarlara, at bakım modelleri aramaya başlamış. Biri demiş, kişnemesini yasakla, bak bakalım bir daha zıplayabiliyor mu? Berikisi biraz dayak at, aklı başına gelir, tavsiyesinde bulunmuş. Bir başkası ver kurtul, bir diğeri yerini ayır, hatta yemini kıs, kısa sürede kendine gelir, diye salık vermiş. Çözüm modelleri arasında adamın başı dönmüş. Tabi bu soy atın yokluğunu fırsat bilen nice sütçü beygiri, yarış meydanlarının iktidarını ele geçiren kahramanlar olarak caka satıyorlarmış. Adamcağız, hariçten gelen bu devşirme sütçü beygirlerinin fiyakaları yüzünden kahrediyormuş. Tam ümidini kesmişken, işinin erbabı, çevreye nam salmış bir seyisin yolu o köye düşmüş. Adam atının durumunu anlatınca seyis, zor bela da olsa atın bedenini kontrol edebilmiş. Meğer garibanın kuyruğunun dibine bir diken batmış. Bütün çılgınlıklarının, çifte atmalarının, koşmalarının, hırçınlıklarının sebebi buymuş. Seyis, cımbız gibi bir aletle dikeni çıkarınca, at rahat etmiş, kısa sürede toparlanıp eski halini almış. Yeniden meydanın hakimi olmuş. Mevlana, bu hikayenin biraz değişik bir versiyonunu anlattıktan sonra, şu tarihi cümleyi kurar: Dikenden kurtulmak için akıl gerekir.
Bildiğiniz gibi, seyis kelimesi ile siyaset kelimesi hem lafız hem anlam, dahası işlev akrabasıdır. Biri atlarla, biri de insanlarla ilgili olsa da ikisi de yönetmek, verimli kılmak, doğuştan sahip olunan meziyetler doğrultusunda terbiye etmek anlamına gelir.
Ne zaman bin yılları bulan genelde İslam ümmetinin, özelde Kürtlerin ve Türklerin birlikteliğini, birlikte gerçekleştirdikleri zaferleri, tarihin her karesinde omuz omuza oluşlarını ve sonra şu tek parti zihniyetinin egemen olduğu seksen-doksan yıllık dikenli parantezin içinde Kürtlerle birlikte Türklerin adeta çıldırtılmış olmasını düşünsem bu hikaye aklıma gelir. Tabi teşbihte hata olmaz. Ama teşbih olmadan da bir hatayı düzeltmek mümkün olmaz.
Son yıllarda hazık bir seyis yurdumuza uğramış intibaını uyandıran gelişmeler oluyor. Sn. Bahçeli'nin attığı adımlarla başlayan ve Sn. Cumhurbaşkanının desteğiyle kararlı adımlarla ilerleyen içeriyi tahkim etme süreci, bir süredir Meclis'te grupları bulunan partilerin katıldığı bir komisyon aracılığıyla çalışmalarını sürdürmektedir. Son olarak bütün parti grupları bu çalışmalara ilişkin görüşlerini ve Kürt meselesine dair çözüm önerilerini içeren raporlarını Meclis başkanına sundular. Kuşkusuz bu çalışmaların, raporların her biri, özellikle AK Parti ve MHP'nin metinleri genel olarak son derece kıymetlidir. Ama belirtmek gerekir ki Hüda Par'ın raporu, teşhis, tedavi ve çözüm önerileri itibarıyla dikkat çekici ve akıl erbabı siyasetçinin beklenen müdahalesi niteliğindedir.
Bu ve benzeri adımları görünce, insanın, nihayet siyasetin aklı devreye giriyor ve bizi bu seksen senelik dikenli parantezden kurtaracak diyesi geliyor.
Mevlana bugün yaşasaydı "bir sorundan kurtulmak için akıl gerekir" derdi herhalde.