Bu diktatör Mısır’ın devrik lideri Mursi mi? Mursi, evet, iktidarının 11’inci ayında ülkeyi kutuplaştırmakla, “yolsuzlukla”, baskıcı rejim kurmakla suçlandı ama asıl suçu Mısır kaynaklarının “30 aile” tarafından sömürüldüğünü söylemiş olmasıydı.
Bir darbeyle alaşağı edildi. Böylece, istikbalde yapacağı varsayılan kötülüklerin önü kesilmiş oldu.
Hasan abi bayılır bu tür yaklaşımlara... İstikbalde bizi sair olumsuzluklarla karşı karşıya bırakacağını düşündüğü siyasetçilere mütemadiyen Demokrat Parti yıllarını, o dönemde yaşanmış kimi olumsuzlukları hatırlatır ve sonunda öldürücü darbeyi vurur: “Menderes de böyle yapmıştı...”
Şimdilerde, “Mısır’dan ders al” yazıları yazıyor ve “Mursi’nin hatalarını” sıralıyor... Sanki Mısır’daki darbe ve akabinde yaşanan “katliam”, Demokrat Parti dönemiyle de irtibatlandırılan “hatalar”ın ürünüymüş ve ortada herhangi bir hazırlık yokmuş gibi.
Dönemin kurmay albayı Sami Küçük, hatıratında, “Amerika’dan Türkiye’ye geldiğim gün darbe hazırlıklarına başladık” diyordu. Yıl 1955... Demek ki, darbe, “yapılması elzem” ve zamanı geldiğinde “yapılacak” bir eylem olarak görülüyormuş.
Darbeyi “Menderes’in hataları”yla gerekçelendirme kolaylığını, hatta kurnazlığını seçen Türk seçkini, 50’li yılların ilk yarısında yapılan “hazırlığı” görmüyor. Dolayısıyla, Mursi seçilir seçilmez, hangi konsorsiyumun harekete geçtiğine bakmayacaktır. Bakmadılar nitekim...
Kendisine, mütemadiyen Menderes’in ve Mursi’nin akıbeti hatırlatılan diktatör Erdoğan, hafta başında bir “demokrasi paketi” açıkladı.
Memnun kalanlar oldu, memnun oldu.
Memnun kalanlar, “memnuniyetlerini” yazıp duruyorlar.
Burada, memnun kalmayanların durumu vahamet arz ediyor.
Hadi histerik ulusalcıları anlıyoruz...
Ne yaparsanız yapın, memnun olmayacaklardır. Nitekim ilkokullarda, öğrencilerin tabi tutulduğu “yanaşık düzen” eğitimini ve “andımız” rezilliğini bile sahiplendiler. Darbe dönemlerinde tadil edilerek tedavüle sürülen “andımız” metninin düpedüz ırkçı, düpedüz gerici, düpedüz faşizan içeriğini “bir bir elden gitmekte olan Cumhuriyetin değerleri” arasında sıraladılar.
Oysa, “Andımız yetmez... Şu Talim Terbiye Kurulu denilen tuhaf kurulu da ortadan kaldırın... Talim ve terbiye sözcüklerini eğitimle nasıl telif ediyorsunuz?” demelerini beklerdik.”
Bunu demeyeceklerini biliyorum...
Bu yönde bir umut da taşımıyorum...
İçinde bulundukları “acıklı durum” görülsün diye böyle bir temennide bulundum.
Memnun kalmayanlar arasında, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da var ve elbette “ayrıcalıklı” bir yer oluşturuyor.
Paketi beğenmiş mi?
Beğenmemiş.
Daha iyisi olabilirmiş... “Daha iyisinin” ne olduğunu, başka ne tür iyileştirmeleri içerdiğini bilmiyoruz.
Kemal Bey ilk gün, eleştirel bir tutum takındı. İkinci gün, “Bizim paketimizi çaldılar” dedi.
Buradan da anlıyoruz ki, CHP’nin de tahayyülünde bir demokrasi paketi var ve Erdoğan’ın açıkladığı paketle benzerlikler taşıyor.
Fakat biz bu paketi bilmiyoruz.
Kılıçdaroğlu’nun “çalındığını” söylediği pakette, örneğin, anadilde eğitim meselesi var mı? Kamuda kıyafet serbestisi yer alıyor mu? İlkokullardaki faşizan törenlerin kısıtlanacağı ya da ortadan kaldırılacağı söyleniyor mu? Nefret suçu müeyyideye bağlanıyor mu?
Bilmiyoruz.
Bildiğimiz şu:
Kürtçe serbestisinin ülkeyi böleceğini söyleyen kurumların başında CHP geliyor. Mesela, anadilde savunma hakkı yasalaşırken, komisyonda rezalet çıkarmışlardı; “Biz bölücülüğe taraf olmayız” diyerek... Kıyafet serbestisine ilişkin bütün düzenlemeleri, hatta anayasa değişikliğini Anayasa Mahkemesi’ne götürüp iptal ettirmişlerdi. Anayasa Mahkemesi’ne yapılan iptal başvurularının altında Kemal Kılıçdaroğlu’nun da imzası var.
Kemal Bey’e şunu hatırlatmak gerekiyor: “Sizin bir demokrasi paketiniz olabilemez... Diktatör diye itham ettiğiniz kişi, CHP’nin kurumsallaştırdığı bazı ayıpları temizliyor. Sizin paketiniz, olsa olsa, darbeleri, sıkıyönetim uygulamalarını, varlık vergisini, düşünce ve ibadet yasağını içerir. Lütfen paketinizin arkasında durunuz...”