Ýskenderun’dan Ankara’ya dönüyorum. Otobüsle. O zaman uçaða binme adeti sosyeteye mahsustu, biz alelade Türkler, çok istisnai hallerde uçaða binebiliyorduk. Almanya’ya giderken ya da Hacca giderken.
Alelade olmayan, gökten zembille indirilmiþ Türkler de, ‘niye hacca gidip Araplara para kaptýrýyorsunuz’ diye kafa ütülerlerdi. Þimdi kesildi Allaha þükür. Uçaða binmek de, baþka ülkeye gitmek de herkesin harcý oldu.
(‘Alelade Türkler’ dedim. ‘Alelade Kürtler’ de diyebilirim. Alelade Araplar da... Aynýydýk biz, hiçbirimiz binemiyorduk uçaða. Otobüse, trene, vapura biniyorduk. Elbette dolmuþa da biniyorduk!)
Birkaç Arap var otobüste.
Ýki Ürdünlü’yle, Arapçanýn kafasýný gözünü yara yara konuþuyorum. Ben öyle öðrendim Arapçayý. Yolda izde rastladýðým Araplarla çat pat konuþa konuþa.
Bir ön koltukta oturan adam, ‘gevþek’ buldu Ürdünlüler’i.
Sonra onunla sohbet etmeye baþladýk.
Türkmendi, Harranlýydý. Memleketleri sýnýrýn Suriye tarafýnda kalmýþtý.
“Yeðenim, Esad’ýn askerlerine yakalanmamak için kendisini fýrýna attý” dedi adam. Buna benzer baþka olaylar anlattý.
Bu seyahatten bir yýl sonra, ben, Baas’ýn terörünü yerinde gördüm. Her þeyden korkuyordu insanlar. Ve Suriye kentlerinde, asker görmeyeceðiniz hiçbir yer yoktu. Hem de pür-teçhizat askerler.
Sonra, Hama katliamý oldu.
Tesadüf, radyolarý karýþtýrýrken, Esad’ýn Hama katliamýnýn ardýndan Þam’da yaptýðý konuþmayý canlý olarak dinledim.
“Maazaa yef’alune ihvanul mufsidiine fi Hamaa” diye baðýrýyordu Esad. “Ne yapýyor müfsit kardeþler Hama’da? Kendi insanlarýný öldürüyorlar.”
Ýhvan-ý Müfsidin, Esad’ýn Ýhvan-ý Müslimin’e taktýðý isimdi. Müslüman Kardeþler yerine, ‘fesat çýkaran kardeþler.’
Þimdiki Esad’ýn babasý Hafýz Esad, yaklaþýk 30 bin kiþiyi öldürdü.
Daha önce yazmýþtým, ben bunu Beþþar Esad’a lisan-ý münasiple sordum. Sormasam, hem mesleðime nankörlük etmiþ hem de kendimi inkar etmiþ olurdum.
“Babanýzýn döneminde” dedim, “bazý þiddet olaylarý olmuþtu, çok can kaybedilmiþti. Bu olaylara, þimdi nasýl bakýyorsunuz?”
Dedi ki, “O zamanýn þartlarýnda olmuþtu. Belki, ayný þartlar sözkonusu olsa ben de aynýsýný yaparým.”
Nahif bir adam gibi görünüyordu Beþþar. Yanýnda reformist insanlar bulunduruyordu. Ama, derinlerde de kanlý canlý bir muhaberat, durup duruyordu. ‘Eh, redd-i miras etmek istemiyor, derin Suriye’den çekiniyor’diye düþündüm o zaman.
Þimdi Beþþar, babasýnýn çizmelerini giydi. Babasý gibi öldürüyor.
O zamanlar, kimse çýðlýðýný duymuyordu Suriyeliler’in. Ne Amerika, ne Birleþmiþ Milletler, Ne Rusya, ne Türkiye. Hiç kimse.
Bir tek, Müslümanlar. Türkiye’de, baþka yerlerde, biz, gariban Müslümanlar.
Ne büyük çaresizlikti, yazýp çizmekten, kitap basmaktan baþka bir þey yapamamak.
30 yýl sonra, 2012’de, 30 bin Suriyeli öldü.
Þimdiki diktatörün adý da Esad.
Þimdi, muhalifler, eskisi kadar çaresiz deðiller. Güç dengesi yok, ama üç beþ mermi de onlar atabiliyor.
Oysa, ne kadar kötü bir þey, savaþ. Ýster iki taraftan insanlar ölsün, ister tek taraftan, ne kadar kötü.
E ne olacak þimdi? Herkes, Esad’ýn zulmünü sineye mi çeksin?
Ben isterdim, Esad’ýn kendi rejimini ýslah etmesini. Yavaþ yavaþ, diktatörlüðünü tasfiye etmesini.
Tasfiye etmedi adam. Peki ne yapsýn Suriyeliler? Herkes, boyun mu eðsin?
Hiç kimse, Esad’ýn maðlub olmasýný temenni etmesin mi? Bunun için uðraþmasýn mý?
Ben temenni ederim. Benim aldýðým terbiyenin, benim hayat tecrübemin, bir parçasý Afganistan’daki Rus zulmü ise, bir parçasý Amerikan emperyalizmi ise bir baþka parçasý da Suriye’deki Baas zulmüdür.
Suriye iç savaþýnýn gidiþatýndan memnun olmayanlara, Baasçý demesin kimse, hadi demesin.
Türkiye Suriye’ye girmesin. Ancak uluslararasý bir kararla, uluslararasý hukuka uygun bir þekilde, Esad’ýn zulümleri önlensin. Tamam öyle olsun.
Ýyi de, hangi kafa, Esed’i mücahit yapýyor? Hangi kafa, Esed’i emperyalizme karþý savaþýn þampiyonu yapýyor?
Bu ‘kafa’nýn, hiç mi hafýzasý yok?
Hani biz, hepimiz, bir zamanlar, Ortadoðu’daki diktatörlerin devrilmesini istiyorduk?
Diktatörümüze aþýk mý olduk?