'Dilde gam var'

Türkiye modernleşmesi hakkında süren bir sözlü tarih çalışmasına katılıyorum birkaç gündür... Yaşları seksen ila yüz arasında değişen değerli büyüklerimizle mülakatlar yapılıyor... Onların kişisel hikayeleri aynı zamanda yaklaşık bir asırlık Türkiye sosyolojisi anlamında... Çoğu Cumhuriyetin ilk yıllarında doğmuş, savaş görmüş, ağır yoksulluk günlerinden geçmiş, tek parti dönemini, demokrasiye geçişi, Atatürk'lü, İnönü'lü, Menderes'li günleri yaşamışlar... 

İrfan dediğimiz şey, söze yaslanmış bir hakikat olarak nesilden nesile nakledilerek aktarılan bir terbiye, eda, hatta hayat tarzıdır. Bizde irfan, maalesef akademinin dışladığı bir hadisedir. Çünkü o sessizdir, ümmidir. Oysa biz yazının evladıyız. Sanki bir şeyler yazıya dönüşmezse gerçek olarak kabul edilmezmiş, bilim dışı bulunurmuş, gayrı ciddi addedilip, ayıplanırmış refleksleriyle dolu sıkı pozitivist bir disiplinden geçtik... 

Sözlü tarih çalışmasında mülakat veren büyüklerimizden birisi Av. Aynur Mısıroğlu idi. Aynur Hanım 78 yaşında, Çengelköylü, İstanbul Hukuk mezunu. İslam ve Demokrasi konulu tezini hazırlarken Prof. Salih Tuğ ve Prof. Muhammed Hamidullah beylerin derslerine devam etmiş. Mütedeyyin kesimin ilk sivil çalışmalarını omuzlayan hanımlardan, dernekler, vakıflar, mecmualar, konferanslar ile geçen bir ömür. Kuvayı Milliye'nin kadın kahramanlarını incelediği kitabını bana hediye etti, müteşekkirim... 1919'da Kastamonu'daki kadınlar mitinginde konuşan Zekiye Hanım'ı okurken çok heyecanlandım. Bizi onlarla tanıştıran Üstad Aynur Mısıroğlu Hanımefendi başörtüsü yasakları dolayısıyla vazifesini yapamamış bir büyüğümüz. Hayatı hukuk mücadelesi ve sürgünlerle geçmiş bir kimse... Belki resmi anlamda avukatlık yapamamış ama davasının müdafaası, onun ve arkadaşlarının sırtında taşınarak gelmiş bugüne... Hukuk, sabırlı ve saygıdeğer, uzun mücadeleler, yüksek irade ve tahammüllerle oluşur. "Tarih; hüzündür."   

*** 

Resmi tarih bilgisinin çok önemsemediği, bazen örtbas edip bazen de yasakladığı kişisel sivil tarihler her zaman dikkatimi çekmiştir. Son kitabım "4 Defter Rumeli Rüzgarı", büyükannelerimin hayat hikayeleri üzerinden kurmaya çalıştığım bir bellek edebiyat mesaisiydi. Bizde kadınlar, tarihin esas kahramanları, özneler olarak anlatılmazlar pek. Ama "4 Defter"in açılışında da söylediğim gibi; "Tarih, istektir"... Yani onun anlatılmayan hikayeleri, gün yüzüne henüz çıkmamış mektupları, tavan araları, açılmamış çekmeceleri, sırları, şifreleri, adakları, kurbanları, eski defterler arasında kurutulmuş çiçekleri, dağların altında kalmış solgun hatıraları, her zaman bekleyecektir; kaşiflerini, dalgıçlarını, uzun yıllardan sonra çıkıp gelecek torunlarını... 

90 ve 95 yaşlarında iki hafız kardeş ile konuşurken, bazen gözleri yaşaran bu dedelerin anlattıklarıyla sarsıldım. Bir yandan ağır yasaklar, bir yandan ağır yoksulluk günleri. Köyde bir tek Kuranı Kerim varmış, tandıra saklarlarmış, jandarma görmesin diye... Elli çocuk o tek Kur'anla hafız olmuş. O elli çocuğa her gün yemek yapıp götüren bir nineden bahsettiler. Bu isimsiz kahramanlar, o ağır travmatik günleri atlatabilmemizi sağladılar.   

***   

Azizah Noor ile 2017 Dünya Müslüman Kadınlar Zirvesi'nde, Uluslararası Edebiyat ödülünü aldığım esnada Kuala Lumpur'da tanıştım. Endonezya'dan gelmişti, üniversitede karşılaştırmalı edebiyat kulübü açmışlardı... "Kadın tarihi konusundaki çalışmalarınız bize heyecan veriyor. Dilimize çevrilmiş sadece altı kitabınız var, diğerlerine ulaşamadık, üniversitemizde gerçekleştireceğimiz sanat atölyesine katılır mısınız" demişti... Son görevim dolayısıyla (bu kadının kültürle sanatla ne ilgisi var) şeklinde açılan hoyrat polemiklere kederli bir tebessümle bakıyorum. Benim sadece mesleğim değil, edebiyatım ve hayatım da müdafaadır...

Liseli günlerimden beri yazıyorum, bir kısmı yabancı dillere çevrilmiş 15 kitabım var ve bunlar hem ülkemizde hem basıldıkları ülkelerde sevilerek okunan kitaplar, harfleri ve kelimeleri bahşeden Allaha, binlerce şükrederim. Yaptığım edebiyatın, Azizah Noor ile Aynur Mısıroğlu arasında ciddi bir anlam bağı kurduğunu, köprü edebiyatı olduğunu düşünüyorum. Hatta 1919 yılında Milli Müdafaa çağrısı yapan Zekiye Hanım'ın konuştuğu o bahçede durduğumuzu, Kur'anın yasaklı olduğu günlerde hafızlara yemek dağıtan isimsiz teyzenin etrafımızda dolandığını hissediyorum. Bu kadınlar caddesinin bir ucunda Hz. Meryem'in kandil ışığında yazı yazdığı odası duruyor.