‘Diline küsen çocuklar’

Siz hiç dilinize küstünüz mü?

Çocuklar konuştukları dile küserler mi?

Yeni bir sevgili uğruna, eski sevgiliden kopar gibi tıpkı, yeni bir dil öğrenmek uğruna  ana dilinizi feda ettiğiniz, onu unuttuğunuz, onun ta çocukluğunuzdan beri belleğinize kazınan kelimelerine, cümlelerine, ünlemlerine üvey evlat muamelesi yaptığınız ve hatta onu konuşabilen biri olmaktan utandığınız, oldu mu hiç?

Soruların muhatabı galiba ‘Beyaz Kürtler’ diye düşünmeyin.

Bu ülkede ‘Beyaz Kürt’ olmanın bedeli ağır oldu belki. Bilen bilir, bu ülkede ‘Beyaz Kürt’ olmanın yolu diline küsmekten hatta inkara ortak olmaktan geçiyordu.

Ama, bu travmatik ve bir o kadar da trajik sorun sadece ‘Beyaz Kürtler’in sorunu değildi.

Bugün hiç değil.

Artık barışma zamanı

Bildiğim ve tanıdığım ‘Beyaz Kürtler’ artık dilleriyle barışmaya hazırlar, kimliklerinden utanmıyorlar ve olursa eğer, kendi çocuklarını ana dille eğitim veren okullara yollarlar mı, bilmiyorum, ama çözüm sürecini kendi aramızda konuşurken,  haklarını yemeyelim ‘ya bizim şu ana dille eğitim işi ne olacak’ diye de soruyorlar doğrusu.

Bugünün diline küsen çocukları; ‘makbul yurttaş’ sayılmak için, diline ve kimliğine küsmeyi vaktiyle bir bedel olarak sunan, ‘Beyaz Kürtler’in arasından değil, kent varoşlarında her türlü istismara ve kriminal suçlamalara açık halde yaşayan yoksul Kürtler’in arasından çıkıyor.

Yoksul Kürt çocukları arasında bugün dahi dillerine küsenler var.

Gazeteci yazar ve- hakikaten araştırmacı-sevgili Kejê Bêmal’ın ‘AcendaKURD’ adlı sitede bir hafta önce yayınlanan son araştırma dosyası bu konuyla ilgili, okuyunca büyük bir acı duydum, ve dilime küstürüldüğüm yılları hatırladım.

Kürtçe konuşanlar tahtaya!

Benim kuşağım Türkçeyi öğrenmek uğruna diline küsen bir kuşaktı.

1960’lı yılların Batman’ı. Ortaokula yeni başladığım yıllar. Beyaz tenli, ince yapılı ve yüzü hep gülen bir Türkçe öğretmenimiz vardı. Güzel bir kadındı. O kadar iyi davranıyordu ki, bütün sınıfın sevgisini kazanmıştı. Bize Türkçeyi öğretmek için çok gayret gösteriyordu. Ama bir türlü başarılı olamıyordu. Ders biter bitmez kendi aramızda hemen Kürtçe konuşmaya başlıyorduk. Duruma hakim olamayacağını anlayınca Kürtçe konuşmaya yasak koydu. Denetimsiz yasağı kim dinler! Bu sefer yasağa uymayanları tespit etmek ve isimlerini yazıp öğretmene vermek için aramızdan bir ajan seçmeye karar verdi. Kürt çocuklarına iyi Türkçe öğretebilmek uğruna bu ajanlık müessesesi yıllarca ve yaygın olarak okullarda devam etti. Pek işe yaradığı söylenemez. Liseli yıllarımızda Türkçe dersinde doğru dürüst bir kompozisyon yazan arkadaşlarımız parmakla gösterilecek kadar azdı.

Dert o günden bu güne devam ediyor.

Sibel’in dünyası

Ama Kejê’nin hazırladığı dosya daha vahim bir gerçeği ortaya koyuyor. Çünkü her şeyden önce ciddi bir istismara işaret ediyor. Okula başlama yaşına gelen, ama Türkçe konuşamayan çocuklara öğrenme güçlüğü tanısı konuluyor, sonra da ‘zeka engelli’ tanısıyla özel rehabilitasyon merkezlerinden birine gönderiliyor.

Kejê İstanbul’da, bu okulları araştırıyor, birine gidiyor ve görevli öğretmenlerden birine soruyor:

- Hocam bildiğim kadarı ile ikinci sınıfın ikinci periyoduna kadar okuma-yazmayı çözememiş ve bir takım sosyal bozuklukları olduğu düşünülen çocuklar sizlere yönlendiriliyor. Merkezinizde gördüğüm kadarı ile yoğunlukta Kürt çocukları var. Bu çocuklar eğitimde dil bariyerini aşamadıkları için “zihinsel engelli” damgası yiyip buraya getirilmiş olmasınlar?

- Olabilirler. Zaten biraz evvel de söyledim. Bu engelden dolayı yanlış tanı olduğunu düşündüğümüz çocuklar yoğunlukta.

- Dışarıda gördüm çocukları, deyim yerindeyse ‘cin’ gibiler.

- Bence de. Ne oluyor da bu kadar aktif çocukların yolu buraya kadar düştü diye araştırmak sizin işiniz.

(Sibel bu okullardan birine giden bir çocuk. Kejê soruyor, Sibel cevaplıyor)

- Kaç yaşındasın?

- 13.

- Kürtçe konuşmayı biliyor musun?

- Hayır. Kürtçe pis bir dildir!

- Kürtçe neden pis bir dildir Sibel?

- Şey Hocam, çünkü çok kötü bir dildir. Ben onun için konuşmayacağım!

- Neden canım kötüdür?

- Çünkü çok şey oluyor Hocam...

- Ne?

- Yani mesela okulda konuşunca arkadaşlarınız sizinle konuşmuyor. Sizi öğretmene söylüyorlar. Herkes bizimle dalga geçiyor. Neden öğrenmemişsiniz Türkçeyi diyorlar. Arkadaşlarım benimle dalga geçtiği için bende artık istemiyorum Kürtçeyi. Pis bir dil!

- Peki annen baban Kürtçe mi konuşuyor evde?

- Evet.

- Sen eve gittiğinde annenle Kürtçe mi konuşuyorsun?

- Şey Hocam ben artık asla Kürtçe konuşmak istemiyorum! Pis ve kötü bir şey. Kürtçe konuştum diye bana “deli” diyip buraya gönderdiler.

- Peki annen Kürtçe konuştuğu için sence deli mi? Pis bir kadın mı?

- Yok Hocam ama şey... Evde konuşuyor o. Okulda Kürtçe konuşursan pis! Onun için ben konuşmak istemiyorum.

- Sen hiç mi sevmiyorsun Kürtçeyi?

- Hiç!

- Okulda sana böyle yaptılar diye mi sevmiyorsun?

- Yok! Evde de sevmiyorum ben artık.

- Sen ne zaman Kürtçeyi sevmemeye başladın?

- Şey ben ilk geldiğimde konuşuyordum. Öyle çok konuşuyordum ki. Ama terk ettim o dili!

- Yani küstün?

- Evet Hocam.

- Ne zaman küstün diline Sibel? Okula başladığında mı?

- Evet Hocam. Herkes benimle alay etti. Benim adım Sibel Can’dı. Babam öyle bırakmış. Önce adımı değiştireceğim dedim, sonra Kürtçe konuştuğum için benimle alay ettiler ben de bir daha küstüm konuşmayacağım Kürtçe dedim.

- Sibel kardeşlerinle Kürtçe mi konuşuyorsun?

- Kardeşlerimi hiç anlayamıyorum (gülerek). Ne öğretmeni anlıyor onları ne ben.

- Kürtçe mi konuşuyor onlar onun için mi anlayamıyorsunuz?

- Hıı. Onlar pis dil konuşuyor. Kimse burada onları anlamaz.

- Kaç yaşındalar?

- Biri 10 diğeri 8...

Diline küsen çocukların anneleri, ve bütün dünyanın kadınları, 8 Mart Dünya Kadınlar Gününüz kutlu olsun!