Cemaatler siyasetle ilgilenmeli mi, ilgilenmeli ise ne kadar ilgilenmeli sorusu Türk demokrasisinin geleceði açýsýndan hayati bir önem taþýyor.
Türkiye bu gibi hassas konularýný geçmiþte yasaklarla çözmüþtü: Örneðin Kürt, Ermeni, Alevi gibi kelimeler siyasette zikredilmeyince sorun çözüldü sanýrdýk. Ayný þekilde, dinin siyasete bulaþtýrýlmasý kanunla yasaklanýnca sorun kalmadý sanýlýrdý. Oysa ki gerçekler kanunlarla yasaklanamýyor.
Türkiye, toplumun tamamýný kendi renkleriyle sisteme katmanýn formülünü geliþtirmek zorunda. Cemaatler ve diðer dini gruplar faslýna geri dönecek olur isek, Ýslâm dini hemen her konuda detaylý emir ve kurallarý olan bir dindir. Avlanmadan, evlenmeye; ekonomiden sanata kadar hayatýn her alanýnda Kuran’ýn veya hadislerin açýk hükümleri bulunmaktadýr. Baþka bir deyiþle, Ýslâm ülkelerinde din ile siyaseti birbirinden tamamen ayýrabilmek zordur. Ýþin doðrusu, özü itibariyle apolitik olduðu iddia edilen Hristiyanlýðýn hâkim olduðu toplumlarda da din ile siyaset birbirinden kesin çizgilerle ayrýlmamýþtýr.
***
Din-devlet iliþkileri Ýslâm’ýn daha erken dönemlerinden itibaren önemli bir sorun teþkil etmiþtir. Halifeler ve sultanlar egemenliklerine mutlaka dini bir meþruiyet kaynaðý bulmuþlarsa da, din adamlarý ile devlet arasýnda her çaðda ciddi sorunlar yaþanmýþtýr. Bu durum Sünni dünyada da böyledir. Ebu Hanife ile Emevi ve Abbasi halifeleri arasýnda yaþanan anlaþmazlýk bunun kanýtýdýr. Malum, Ebu Hanife, gördüðü aðýr iþkence sonucunda hapishanede ölmüþtür.
Din-devlet iliþkilerinin ayrýlmasý konusu, yani bir yönüyle laiklik tartýþmalarý Ýslâm düþünce tarihinde oldukça yoðun bir þekilde yaþanmýþtýr. Örneðin, Hicri 4. yüzyýl âlimlerinden ve Ehl-i Sünnet Kelamý’nýn kurucusu sayýlan Ýmam Ebu Mansur el-Maturidi, din ile devletin alanlarýný yine Ýslâm kaynaklarýna göre ayýran en önemli isimlerden biridir.
***
Günümüz Müslümanlarýnýn kendi kültürlerine dönük ilgisizliði, hatta cahilliði nedeniyle modern Ýslâm toplumlarý laiklik kavramýný, kendi öz kaynaklarýndan yararlanmak yerine daha çok Hristiyan geleneðinden, yani Kilise-Devlet ayrýþmasýndan ödünç almýþlardýr.
Müslüman dünya, din-devlet ayýrýmýnda kendi medeniyet birikimlerinden yararlanmak ve çaðýmýza uygun formüller geliþtirmek zorundadýr. Ýkinci olarak, toplumun tüm renklerinin kendi kimlikleriyle siyasi sistemde yerini almasý konusunda da halký Müslüman devletlerin yeni formüller geliþtirmeye ihtiyacý vardýr.
***
Bahsettiðimiz konular uzun tartýþmalarý ve güçlü mutabakatlarý gerektirse de, benim þahsi kanaatim bugün birçok Batý ülkesinde uygulanan liberal-demokrasi örneði yukarýda bahsi geçen pek çok ihtiyacý karþýlar. Ýslam geleneðinde de bu anlayýþý tamamlayacak pek çok öneri bulunmaktadýr. Devlet bir yandan dini gruplarýn örgütlenme hakkýný teminat altýna alacaktýr, diðer taraftan toplumda ve devlette hukukun üstünlüðünü saðlayacaktýr. Baþka bir deyiþle, kiþi hangi din ve inançtan olursa olsun toplumda ve devlette her iþi ve görevi liyakat esaslý olarak alabilecek, kendi fikirdaþlarýyla hemen her konuda dayanýþma gösterebilecek, buna karþýn özellikle devletteki tüm iþler Meclis tarafýndan çýkarýlan yasalara göre gerçekleþtirilecektir.
Kitap önerisi: Þaban Ali Düzgün (ed.), Mâtürîdî’nin Düþünce Dünyasý (Ankara: Kültür Bakanlýðý, 2011); Mustafa Akyol, Özgürlüðün Ýslami Yolu (Ýstanbul: Doðan Kitap, 2011).