Din-devlet ilişkileri nasıl olmalı?

Bir olay, daha doğrusu bir yaklaşım nedeniyle din-devlet ilişkileri konusuna zaten bu hafta girmek istiyordum, bugün (Cumartesi) bir başka haber yazıyı öne aldırdı.

Mesleki bir refleks olabilir, “kafa konforunu”, meselelere objektif bir yaklaşım çerçevesi, bir tanım hep ararım, tanımlayamadığım şeylerden korkarım, mesela, benim için laiklik meselesi devlet memurlarının türbanı, Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın dualarla resmi tören açılışları değil, bütçedir, kamu parasının dini amaçlarla kullanılıp, kullanılmamasıdır, bunun da en iyi örneği muhtemelen ABD Anayasası’nın meşhur birinci ekidir (1791).

Geçtiğimiz günlerde, demokratikleşme paketinin açıklanması ve andımızın kaldırılmasının arkasından yanlış bir laiklik hassasiyetinin çok yüksek olduğu kesimler “andımızın” kaldırılmasını eleştirmek için 7-8 yaş kuşağı çocukların camilerde kuran kurslarına katılmalarını eleştirdiler ve “andımızın” kaldırılmasının karşısına eleştirel anlamda bu kuran kurslarını koydular.

Laiklik, devlet-yurttaş ilişkileri bağlamında tamamen yanlış bir mukayese.

“Andımız” ideolojik içeriği çok yüksek bir metindi ve temel sakıncası devlet gücüyle tüm çocuklara, okullarda mecburen okutturulması idi; günün birinde tevhid-i tedrisat deli gömleğinden kurtularsak birileri müfredatı kemalist ilkelere dayalı bir okul açar ve burada, veliler çocuklarını bilerek, seçerek buraya gönderecekleri için, isterlerse günde beş kez “andımızı” okurlar, kimse de karışmaz, ben de biraz gülerim ama itiraz pek etmem herhalde (çocuk hakları, eğitimin tarafsızlığı?).

Ben çocuğumu 7 yaşında kuran kursuna göndermedim ama bu yönde tercih kullanan velilere getirilebilecek bir eleştiri pek göremiyorum, kuran kurslarının mecburi olmaması, bu süreçlerde kamu parası kullanılmaması şartlarıyla; laikliğin gerçek ve objektif tanımının din, inanç gibi konularda kamu parasının kullanılmamasından geçmesi gereğini yukarıda belirtmiş idim.

Türkiye bu konuda biraz tartışmalı bir yerde duruyor, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın anayasal statüsü, bu statü dahilinde din görevlilerinin devlet memuru olmaları, Siyasi Partiler Kanunu’un 89. Maddesi, İmam Hatip liselerinin devlet okulları olması, (neden özel İmam Hatip okulları yaygınlaşmıyor?) İlahiyat Fakülteleri’nin durumu hep laiklik açısından tartışmalı konular.

Şu noktaya dikkatinizi de çekmek isterim, yukarıdaki satırda laiklik ilkesi ile çatışmalı gördüğüm noktaların TÜMÜ kemalist kesimler tarafından desteklenen, siyaseten savunulan, hatta tersi önerildiği zaman “laiklik elden gidiyor” diye fırtınalar kopardıkları noktalardır, gerçek muhafazakar kesimin de bu durumu iyi görmesi, değerlendirmesi lazım.

Bendenizin görüşüne göre laiklik karşıtı eylem Çankaya’da türban değildir, TBMM açılışında dua okunması da değildir (Meclis Başkanı’nın TBMM’de cemevi açılması talebini DİB’e sorması da bir ayıptır, bunu da unutmayalım) ama kamu parasının bir inanç için harcanmasıdır; özel kesim, sivil toplum bu süreçleri, bu kutsal süreçleri devleti, kamu parasını aradan çıkararak götürmelidir artık.

Yine bugün (Cumartesi) sabah kahvemi  içerken Prof. Ahmet Akgündüz isimli bir rektörün Gezi olaylarıyla ilgili çok derinlikli (!!!) bir analizi gözüme çarptı; bu profesör arkadaşımız Gezi olaylarının arkasında ermeni lobisinin olduğunu iddia ediyor, faiz lobisinden sonra bu ikinci lobi hipotezi de, siyaset biliminde Nobel ödülü olsa, Nobel’i mutlaka hakketmiş idi diye düşündüm doğrusu.

Sayın Profesörü tanımıyorum ama bu söyledikleri biraz tuhaf geldi ve internetten hangi üniversitenin rektörü diye baktım, Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü imiş, baktım kamu parası kullanmıyor (temennim DİB’in desteğinin olmamasıdır) gibi gözüküyor, üniversite din adamı yetiştiriyormuş, bağışlarla dönüyormuş üniversite, rahatladım, zira kamu parası kullanmaz iseniz, nefret söylemi (Gezi olaylarında ermeni iddiaları buna girmez mi?), ırkçılık yapmazsanız, istediğinizi yapabilirsiniz, söyleyebilirsiniz düşüncesindeyim.