Neredeyse 1 yıllık hadise: Ahmet Taşgetiren Beyefendinin anlatımıyla basına yansıdığı için, isim vermeden tekrarlıyorum: Kalabalık ve etkin bir cemaatin lideri, en kalabalık ve en etkin diğer cemaatin büyüğüne; “masadaki yemeği büyük abi götürüyor” serzenişinde bulunmuş... Kim kime demiş ayrı konu, benim değinmek istediğim şeyse şu; “MASA”... “Masa”nın etrafında toplanmış bekleşen cemaatler, irili ufaklı, benzeşen veya benzeşmeyen dini gruplar, sivil örgütler...
Bir de “yemek” hadisesi var. Anlaşılan o ki; birisi yemek masası açmış, yemek masasının etrafındaysa huzursuz, birbirini pek de sevmeyen, habire dirsek atan bir takım gruplar var... Böyle resmetmek istemem ama beyanlardan yansıyan görüntü bu maalesef...
***
“Ne istediler de vermedik” cümlesi, içinden geçtiğimiz dönemin çok da üzerinde durulmayan, ama tarihe geçecek bir tümcesi.
Mütedeyyin kesimden neşet etmiş sivil toplum örgütleri veya dini cemaatler, devletten ne isteyebilirler?
Mesela özgürlüklerle ilgili hak taleplerini dile getirebilirler. Dinini herhangi kısıtlamaya maruz kalmadan yaşayabilme hakkını isteyebilirler. Bir sendikaysa mesela, üyelerinin istihdam veya sosyal güvenlik haklarıyla ilgili taleplerini dile getirebilir. Eğitimden sağlığa, çevre haklarından sanata, ekolojiden eşitliğe, vatandaşlık haklarından, anadilden, engellilerin haklarına kadar... Hangi sahada işlevi varsa o sivil örgütün... Devletten bunlarla ilgili hizmet, yasal düzenleme, kolaylaştırma gibi taleplerde bulunabilir. Bunlar doğal taleplerdir, vatandaşlık hakları çerçevesinde hepsinin hukuki karşılığı vardır...
Lakin bahsedilen haliyle “masadaki yemeği götürmek”le yukarıda bir kısım örneklerini saydığımız hak ve hürriyet taleplerinin alakası olmasa gerek. Diyelim ki bir sivil örgüt, devletten cezaevindeki mahkumların hastalık hallerinde sağlık kontrollerinin iyileştirilmesini talep ediyor, devlet de bu konuda bazı önemli adımlar atıyor... Bu kazanımdan, “masa”daki diğer bekleşenlerin, “aa.. yemeğin hepsini götürdüler” diye yakınması söz konusu olamaz... Veya mütedeyyin kesimden sivil örgütler ve cemaatler yıllardır başörtü yasaklarının kaldırılmasını istiyor, Devlet bu sesi en sonunda işitti ve hayatımızı biçen yasaklar şükür kalktı. “Masadakini götürdüler bize bir şey kalmadı” diye bir yakınma çıkar mı buradan? Sanmıyorum. Demek ki başka şeyler istenmekte?
Peki istenenler nedir? Hep verilmiş verilmiş de hala doyulmamış olan nedir? Beyanlara göre; “Büyük abi”nin masadan silip süpürerek götürdüğü, diğer “küçük abilerin”se yutkunarak baktığı ve ilk fırsatta büyük abi’nin yerine geçmeye özendiği bu durum nedir... Bilmiyorum...
Ama bildiğim şey; “masadan götürmek” kavgasının, dini cemaat ve muhafazakar kesim sivil örgütlerine verilmesi çok elzem bir özeleştiri zorunluluğu yüklediğidir... Hepimize.
***
“Laiklik” 90 yıldır maruz kaldığımız feci devlet dayatmaları ve bu belalı geçmişin tüm yükünü üstlenen bir kavram olduğu için, kolayca yanına yaklaşmadığımız bir kelime. Fakat AK Parti/Cemaat çatışmasının içinden geçerken şahit olduğumuz “alan ve nema’a paylaşımına” dayalı mücadele, ister istemez, “vesayet” tartışmasında hakemlik yapacak bir “mesafe”yi işaret ediyor .
Tamam adına laiklik demeyelim, ama devletten talebi olan tüm sosyal grupların devlete eşit mesafede olması gerektiğini artık konuşmamız gerekiyor. Devlet de bu masanın kendisine ait değil, dindarıyla dindar olmayanıyla tüm vatandaşlara ait olduğunu fark edebilmeli. Siyasi partilerin “devletleşmesi” hadisesi de bu meselenin diğer önemli sorunsalı.
100 yıl aradan sonra “devlet”i yeniden tarif ediyoruz. Eski parantezlerin kapatıldığı eşikler elbette hasarsız olmaz. Yeni bir toplumsal sözleşmeyle çıkmak, yara bere içinde kaldığımız bu tartışmanın içinden, belki de tek kazancımız olacak...