Diplomasi ve çatışma ilişkisi

Hangi devletin liderine sorulsa, sorunların çözümü için önce diplomasi der. Hiç bir ülke, “önce bir çatışalım, savaşalım sonra bakarız” demez. Diplomasi, esasen sorunları çatışmaya varmadan çözme arayışlarının ifadesidir. Diyalog, müzakere, pazarlık, ikna, hatta zaman zaman zorlama yöntemlerini de içerse, diplomasi savaşmadan sorun çözme amacı taşır. Daha basit ifadesiyle, trafikte aracını hafifçe kaydırıp kendi aracına vurdu diye bir sürücünün karşısındakinin burnuna yumruk atması yerine, hasarın telafisi için konuşmasına diplomasi denir. 

 Ne yazık ki bazen de diplomasi, çatışma ortamlarından beslenir. Önce birbiriyle tarihsel olarak husumeti bulunan toplumsal katmanlar arasında gerilimler yaşanır, sonra bu kesimler arasında münferit çatışmalar yaşanır, daha sonra işler büyür. İster toplumsal gruplar arasında, ister farklı halklar arasında olsun sonunda büyüyen her çatışmaya devletler bir biçimde taraf olur. Hatta bazen bizzat devletler toplumsal çatışmaları destekleyen taraflar oldukları için işin içinde doğrudan yer alırlar.

Böyle durumlarda diplomasi, çatışmaları takip eden süreçte kullanılan araç durumuna düşer.

Rusya sorunu

Bugün Rusya ile süren bir diplomasi var. Ancak, bu diplomasi çatışmaları önlemeye yönelik bir diplomasi değil, çatışmaların içinden pazarlık yapmayı amaçlayan bir diplomasi.  

Minsk Zirvesi bağlamında diplomasinin alenen görünen tarafları Rusya, Ukrayna, Fransa ve Almanya. Ukrayna, Fransa ve Almanya bir tarafta, Rusya öteki tarafta. Bir taraf, Rusya’nın Ukrayna’daki askeri desteğini çekmesini, çatışmalara son vermesini, karşılığında Ukrayna yönetiminin “yerel yönetim” özerkliğini kabul edeceğini savunuyor. Bu yerel yönetim Kırım gibi Rusya’ya bağlanmak isterse ne olur diye bir soru akıllarında var mıdır bilinmez, ama Fransa ile Almanya’nın bu çabalarıyla Putin ve Obama’nın epeyce eğlendiği tahmin edilebilir.

Neden mi? Emin olmak zor ama Obama ile Putin’in gündemi Minsk’te görüşenlerden farklı gibi gözüküyor. ABD Yemen’deki büyükelçiliğini boşaltıyor; yani sahayı Şii eksenine terk ettiğini duyuruyor. Tam bu sırada Rusya da Mısır ile yeni bir silah anlaşması yapıyor. Muhtemelen tesadüf, ama aynı anda Suriye’de Esad, IŞİD ile mücadele koalisyonuna katılmayacağını beyan ediyor.

Avrupa sorunu

Esad, bu açıklamasıyla “Batı” ittifakında olmadığını alenen beyan etmiş oluyor. Ukrayna yönetimi ise “Batı”da kalmakta ısrarlı. Büyük resme bakıldığında görünen o ki, ABD Rusya’nın bazı noktalardan güneye inmesine göz yummuş durumda. Bu göz yumma halinin Avrupa ülkelerinin Akdeniz ve üzerinden doğuya intikallerini sınırlayacağına kuşku yok.

İsviçre’deki gizli hesapların deşifresi, Ukrayna krizi, oynayıp duran petrol fiyatları, hatta İŞID büyük ölçüde Avrupa’yı denetemeye yönelik. Minsk görüşmelerinden ne sonuç çıkarsa çıksın, Avrupa’nın doğusunda Rus korkusu dinmeyecek. Dolayısıyla Almanya’nın yatırım yaptığı Doğu Avrupa ülkeleri, Rusya-Avrupa bağını güçlendirmek yerine bu bağın kopması yönünde bir eğilime sürüklenebilecekler.

Emin olmak zor ama, ABD’nin kurduğu ve Putin’in de bilerek ya da bilmeyerek oynadığı bu oyunun en temel beklentisi, AB-ABD serbest ticaret anlaşmasının imzalanması. G-20 çerçevesinde Yunanistan kurtulur mu, İspanya ne talep eder, İtalya itiraz eder mi ya da Almanya neye razı olur türünden AB sorunları tartışılıyor olabilir; ancak esas konu iki büyük piyasanın birleşmesi meselesi.

Türkiye’nin G-20 dönem başkanı olması boşuna değil; çatışma bölgelerinin ortasında kalması da boşuna değil. Türkiye ya diplomasiyi çatışmalar olmasın diye önceden kullanacak, ki böyle bir şansı mevcut; ya da çatışmalar sonrasındaki pazarlıklarda.