Dýþ politikada sorunlar yapýsal mý?

Türk dýþ politikasýna yöneltilen eleþtirilerin bir taraftan Suriye krizinin çözülememiþ olmasý gibi spesifik meselelere, bir taraftan ise Libya’da veya Mýsýr’da þu veya bu hatanýn yapýlmýþ olmasý gibi detaylara odaklandýðý görülüyor. Bunlara “çözüm” olarak da -son tahlilde- Türkiye’nin “proaktif dýþ politika” anlayýþýný terk etmesi öneriliyor.

Bazen tek tek aðaçlara bakýldýðýnda orman gözden kaybolabiliyor.

Oysa meseleyi þu þekilde ortaya koymak lazým bence: AK Parti iktidarýnýn yakýn zaman öncesine kadar baþarýlarýný alkýþladýðýmýz dýþ politikasý bugün itibarýyla bazý problemlerle karþýlaþmýþ bulunuyor.

Soruyu da þöyle sormak lazým: Bu problemler yapýsal mý? Yani benimsenen dýþ politika anlayýþýnýn ürettiði problemler mi, yoksa uygulama sürecinde karþýmýza çýkan dâhilî veya haricî þartlarýn eseri mi?

Bana sorarsanýz Türkiye’nin dýþ politikadaki baþarýsýnýn veya baþarýsýzlýðýnýn ölçüsü þu veya bu ülkede kendisine müzahir kadrolarýn iþbaþýnda bulunup bulunmamasý deðildir tek baþýna. Asýl itibarýyla dünya milletleri nezdinde itibarýnýn artmasý veya eksilmesidir; mesela “model ülke” olarak görülüp görülmemesidir.

Biliyorsunuz, bu “model ülke” kavramýyla AK Parti’nin Türkiye’de iktidara gelmesiyle birlikte tanýþtýk. Ortadoðu’da ve Ýslam dünyasýnda otoriter rejimler altýnda demokrasiye ve refaha acýkmýþ toplumlar bizim ülkemizdeki sosyal ve politik düzenin evrimine gýptayla bakmaya baþlamýþlardý.

Evvelce Türk modernleþme tecrübesinin Arap dünyasýnýn seçkinleri için model oluþturmasý gibi Türk demokratikleþmesinin son duraðý da Arap sokaðýnda heyecan uyandýrmýþtý.

Arap sokaðýndan seyredilen Türkiye manzarasý þuydu: Ýslami kimlikleri belirgin siyasi kadrolarýn liderlik ettikleri bir parti demokratik yollarla iktidara gelmiþti. Demek ki demokrasi bir seçenek olabiliyordu.

Diðer yandan Türkiye’de iktidara gelen “Ýslami kimlikli” siyasi kadrolar Avrupa Birliði ile iliþkileri tarihteki en ileri seviyeye taþýmýþlardý. Yani modernleþme Ýslam kimliðinden vazgeçilmeden de sürdürülebilirdi.

Özetle Türkiye modeli göstermiþti ki hem Batý dünyasýyla kavgalý olmayan hem demokratik hem de Ýslamî bir yönetim mümkündü. Arap Sokaðý iþte bu “üçü bir arada”yönetim formülünün peþindeydi.

Türkiye’de iktidara gelen siyasi hareketin yöneticileri dindardý ama ne toplumun bütününü Ýslami bir görünürlüðe sokmak peþindeydiler ne de farklý inançlara veya Ýslam’ýn farklý yorumlarýna karþý dýþlayýcý bir tutum içindeydiler.

Ayný þekilde batý dünyasýyla iyi iliþkiler içindeydiler ama sözgelimi Amerika ile iliþkileri mesela Körfez þeyhlerinin iliþkisi gibi deðildi. 1 Mart 2003 tezkeresinin reddedilmesi bunun göstergesiydi ve bu karar Türkiye’nin Arap dünyasýndaki itibarýný müthiþ derecede yükseltecekti.

Türkiye modelinin Arap Baharý sürecinde sokaklara dökülen insanlarýn zihninde bir yere sahip olduðu kuþkusuz. Bu Türkiye’nin tartýþýlmaz baþarýsýdýr. Çünkü “kalýcý etki gücünü” yönetimlerle iliþkilerinizden ziyade toplumlarýn zihnindeki ve kalbindeki yeriniz belirler.

Dolayýsýyla bugün gelinen noktada sözgelimi Suriye politikamýzda hangi hatalarý yaptýðýmýzdan ziyade Arap sokaðýndaki insanlarýn zihninde ve kalbinde model ülke konumumuzu koruyup korumadýðýmýz önem taþýyor.

Diyeceðim þu: Türk dýþ politikasýnýn bugün karþý karþýya olduðu problemlerin yapýsal olmadýðýný, yani benimsenen dýþ politika anlayýþýndan kaynaklanmadýðýný düþünüyorum ben. Tersine on yýllýk süre içinde dýþ politika alanýnda saðlanan baþarýlarý bu anlayýþ mümkün kýldý. Ancak Türkiye’yi hem Arap sokaðýnýn gözünde “model ülke” yapan, hem de batý dünyasýnýn nezdinde itibarýný yükselten o “sihirli formül” kaybedilirse o zaman yapýsal bir arýza da baþ gösterebilir diye korkuyorum.