Dış politikamız ve bıldırcın eti

Başta Suriye politikası olmak üzere Türkiye'nin dış politikadaki durumunu Graham Füller değerlendirmiş .
Türk Dış Politikasının zorda olduğunu bu durumun iç politik tutumdan ayrılamayacağını belirttikten sonra önce sıkıntılı durumları kısaca belirtmiş ve akabinde bu sarmaldan  nasıl kurtulacağını 7 ana başlık altında toplamış.
Okumanızı tavsiye ederim.
 
Söylediklerinin hepisini burda zikretmeye gerek yok.
Bu değerlendirmede dikkatimi  çeken bir kaç şey var.
Türkiyenin 10 yıl önce yürütmüş olduğu dış politikasının ne kadar doğru olduğunu, bu tutumundan vazgeçilmekle başta İran olmak üzere Suriye, Rusya, Çin, ABD ve AB ile ilişkilerin donma noktasında olduğuna dikkat çekiliyor.
Türkiyenin mezhepler karşısında tarafsız tutumundan ve bunun Türkiyeyi daha önce önemli kıldığından bahsediyor.
Suudi Arabistan'la kurulan ilişkilerin birşey kazandırmayacağını sunni bir ordu çalışmasının bir sonuç almayacağını izah ediyor.
Özetle yine eski tarzı benimsemesini arzuluyor Türkiye’den.
Kürtlerle kurmuş olduğumuz diyaloğun öneminden bahsediyor. Şimdi ise bunu terk etmenin olumsuzlarından ve oluşacak maliyetinden ve tıkanmaya doğru gittiğinden de bahsediyor.
 
Dünya dış politikasının en önemli aktörlerinden İsrail'den hiç bahsetmiyor.
İsrail'in bu konularda bir tutumu yokmuş gibi yorumluyor.
İsrail hiç yokmuş gibi analiz yaptığını söyleyebiliriz.
Bir süre önce yazmış olduğum bir yazıda israil'le çok makul ve referansları eskide mevcut bir diyalog ve dış politika yürütebileceğimizden bahsetmiştim.
Hatta bunun gerekliliğinden de bir nebze izahatta bulunmuştum.
Şimi tam zamanı geldi. Bu konuyu açalım.
 
İsrail'in Allah’ın kendilerine nimet olarak vermiş olduğu bıldırcın eti ve kudret helvasından bıktıklarını Musa'ya belirtmeleri üzerine cezalandırıldıkları anlatılır.
Şimdilerde İsrail topraklarında soğan, sarımsaktan tutunda envai çeşit nimet yetişmektedir.
İsrail aldıkları cezalar yüzünden bir türlü iki yakaları bir araya gelmedi. Romalılar kendilerine uyguladıkları sürgünler nedeniyle inanılmaz gizemli bir politik tutum sergilediler.
Bu durumu 1948 İsrail devleti kurulana kadar sürdürdüler.
Şimdiler de ise bir başka varlık ve korku politikası uygulamaktalar.
İslam coğrafyasında olup bitenlerde İsrail'in parmağı mutlaka vardır.
İsraillerle Araplardan çok Türkler daha doğru ilişkiler kuruşlardır.
Önce Osmanlı tarafından korunarak İspanya'dan getirilmişlerdir.
Sonra ise ama öyle ama böyle Osmanlıya ait toprakları kendilerine yurt edinmişlerdir.
Yani kısa bir süre önce bize ait topraklarda devlet kurmuşlardır.
Şimdi ise yurtlarını korumak ve varlıklarını sürdürmek için yapmayacakları yoktur.
Bu nedenle görüyoruz ki tüm olup bitenleri temelinden dizayn etmekteler.
Rusya'nın Suriye'de olmasında İsrail'in izin vermek dahil her türlü inisiyatifi mevcuttur.
İran ile olan ilişkileri bizim üzerimizden belirlenebilir.
Türkiye'nin bölgede belirleyici olması için İsrail'in korkularından arınmasına ve güvenliğinin sağlanmasına ihtiyaç vardır.
Bunun içeriğini konuşacakları aslında mecbur olmaktan yüksünmecekleri ülke Türkiye'dir.
Bu minval üzere İsrail'le hızlı bir ilişki tesisine ihtiyaç vardır.
Mavi Marmara olayında üç kırmızı çizginin daha fazlasını almak bu ilişkinin geliştirilmesi ile de doğrudan ilişkilidir derim.
İtiraz edeceklere şunu demek lazım;
İran'ı tüm dünyaya karşı koruduk da ne oldu.
Hamas vb.lerine göstermiş olduğumuz alakanın karşılığını görebiliyor musunuz.
Arap baharının gerçekleştiği ülkeler hakkımızda ne düşünüyor.
Musa'nın Rabbini İsraillilere bizden başka kim hatırlatabilir.