Süregiden siyasi kavga, her iki tarafý da her geçen gün biraz daha keskinleþtiriyor.
Kavganýn taraflarý, diðer tarafta hiç bir doðru, hiç bir erdem olmadýðýna inanmaya baþlýyor. Eskiden doðru görüp destekledikleri yönleri bile kötülemeye giriþiyorlar.
Taraf gazetesinin, Ziraat Bankasý’nýn Boþnaklar’a verdiði “faizsiz kredi” üzerinden hükümete çatmasý, bunun bir örneði. Oysaki, AK Parti iktidarýnýn maðdur ve mazlum Bosna’nýn yanýnda olmasýna kýzmak deðil alkýþ tutmak gerekir. CHP milletvekili Faik Tunay’ýn dahi vurguladýðý gibi...
Ancak bu uðursuz dinamik, dediðim gibi, tek deðil çift yönlü iþliyor. Hükümet’e kýzanlarýn hükümetin bariz doðrularýna dahi karþý çýkmasý gibi, Hizmet hareketine kýzanlar Hizmet’in bariz doðrularýný dahi tel’in eder hale gelebiliyor.
Meþhur “dinler arasý diyalog” çalýþmalarýna karþý yeniden alevlenen tepkilerde görüldüðü gibi.
Bu konuda son gündeme gelen mesele, 2005 senesinde Moskova’da düzenlenen bir konferans oldu. Basýnda yer alan haberlere göre, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfý’nýn organize ettiði bir toplu yemekte hem Kur’an-ý Kerim okunmuþ, hem içki servis edilmiþti!
Dün Zaman’da yer alan bir haber ise olaya açýklýk getiriyordu: Bir Rus restoranýnda verilen kalabalýk yemeðin menüsünde içki yokmuþ, ancak bir kaç katýlýmcý ayrýca sipariþ etmiþ.
Konu muhafazakar olmayanlarý hiç ilgilendirmeyecektir sanýrým. Ancak diðerleri için ben kendi tecrübemi aktarayým. Bugüne dek yurtdýþýnda, bilhassa ABD’de Hizmet hareketinin düzenlediði onlarca “diyalog” toplantýsýnda konuþtum. Çoðu yemekliydi ve bir kez bile içki ikramý görmedim. Yahudi, Hýristiyan veya seküler Batýlýlar da geldiler, viþne suyu içip gittiler.
Dahasý, her toplantýda ya Kur’an’dan bir ayet okunduðunu, yahut Resulullah’ýn hayatýndan bir kýssa anlatýldýðýný, yani bir þekilde Ýslam adýna “teblið ve temsil” olduðunu gördüm. Organizatörlerin, dini konularda gevþeklik bir yana, tek vakit namazý dahi kaçýrmadýðýna þahit oldum.
Sadece elitlere deðil, müstazaflara el uzatýldýðýný da gördüm. ABD hapishanelerindeki “gönüllü imam” sistemine dahil olarak, mahkumlara Risale-i Nur dersi yapan Hizmet mensuplarý tanýdým.
Söz konusu “diyalog” gayretinin çok hayýrlý bir misyon taþýdýðýný da düþünüyorum. Çünkü Batý’da, hatta tüm dünyada güçlü bir Ýslamofobi dalgasý var. Buna karþý dýþarýdan “Ýslamofobiyi kýnama” konferanslarý ve gösterileri yapmanýn da pek bir faydasý yok. Daha zahmetli ama faydalý olan, o yabancý toplumlarýn içinde var olmak, onlarýn idrakine hitap edecek bir dil ve tutum geliþtirmek, bu yolla takdire þayan bir Müslüman profili çizmek.
Çizmek bir yana, öyle olmak.
Peki ama ya bu “dinler arasý diyalog” gayreti baþtan yanlýþsa? Ýslam’da yeri yoksa?
Bir TV’de konuþan saygýn bir zat, öyle demiþ. “Senin Peygamberini tanýmayan bir dinle nasýl diyalog kuracaksýn” diye sormuþ.
Ben pek anlamadým ama bu itirazý. Adamlar peygamberimizi tanýsa, zaten Müslüman olurlar; farklý dinden olmazlar diye düþündüm.
Onun için de daha da bilgili bir zata, Hayrettin Karaman hocaya baþvurdum. Baktým, bu konuda þöyle yazmýþ 17 Aralýk 2004 tarihli bir makalesinde:
“Diyalog zorunludur, kendi duvarlarýnýzýn içine hapsolarak teblið baþta olmak üzere Ýslam’ýn çaðdaþ temsilini gerçekleþtiremezsiniz.”
Bir de, bu konudaki tezviratlara dair þu uyarýyý yapmýþ:
“Bir grup bir baþka grup hakkýnda iyi düþünmüyor, arada rekabet, hatta adavet var; bu yüzden karþýlýklý veya tek taraflý olarak öküzün altýnda buzaðý aranýyor, yakýþtýrma ve abartmalar yapýlýyor.”
Ýþte, gelin, bizler öyle yapmayalým. Yiðitleri öldürelim ama haklarýný verelim. Ýster iktidarda olsunlar, isterse onun karþýsýnda, doðrularýný teslim edelim.