Diyarbakır, Malatya... Doğu (şimdi) ayağa kalkıyor...

Diyarbakır...

Dün Türkiye ve hatta tüm Ortadoğu için tarihi bir gündü. Bundan sonra dün olan biteni görmeden ve bunu tahlil etmeden bu topraklarda siyaset yapılamayacağı gibi,  ekonomi nasıl olacak gibi çok basit bir soruya cevap da verilemez. Hangi siyasi görüşten olursanız olun, nerede durursanız durun dünkü Diyarbakır’ı görmeden bundan sonra devam edemezsiniz.

Yine meselenin ekonomi boyutu da böyle... İsterseniz bu bölgede iş yapıyor olun, isterseniz bundan sonra yatırım yapacak olun ya da Türkiye ve bölge ekonomisi hakkında kestirimde bulunmaya çalışın... Hepsi için; dünü ve Diyarbakır’ı göz önüne almadan bir yere varamazsınız.

Çünkü ekonomi dediğimiz olgu, sonuçta insani bir alandır ve yalnız karşılıklı çıkar ilişkilerinin düzeni değildir. Kültürel, moral değerleri, birikimleri de kapsar ekonomik ilişkiler... Ekonomi bu kültürel, moral değerlerin üzerine oturur. Hiçbir ekonomi, halkların binlerce yıldan beri biriktirdiği kültürel değerleri, gelenekleri, ilişkileri yok sayarak, bunları inkar ederek var olamaz... İnkar ve yok sayma ancak ve ancak sömürü ve yağmalamak için yapılır, inkar ve yok etme üzerine bir ekonomi ve buna dayalı adil bir zenginlik inşa edemezsiniz.

Batı kalkınması -hatta kalkınma kavramının kendisi- tam da budur oysa... Batı, sömürgeleştirme, yağmalama ve ele geçirme -yok etme- faaliyetlerini ‘medenileşme’ ve kalkınma diye anlatmış, hatta bunu, ele geçirdiği ve yok ettiği halklara da böyle anlattırmıştır. Bu anlayışa göre, yüzünüzü Batı’ya dönerseniz ve onu taklit ederek, onun sattığı, size ‘ihsan’ ettiği teknolojiyi kullanırsanız medeni ve kalkınmış olursunuz. Bu anlamda bu anlayış, doğrusal bir batı ile bütünleşme çizgisine tekabül eder. Medeniyetin tek adresi batıdır. Diğer kültürler ona tabidir.

Bundan dolayı Türkiye’de tüm şehirler, başkent Ankara dahil, yüzünü batıya dönmüş, sanayi batıda öbeklenmiş, kalkınma batıya ihsan edilmiştir. Doğu, coğrafi olarak da, kültürel değerler olarak da yok sayılan bir ‘hiç’ tir.

Bu paradigma, aynı zamanda, her kültürün, bir medeniyet ve iktisadi-sosyal düzen oluşturacağını reddeder. Batı ve onun kapitalizmi bu anlamda ölmez (!) ve tabii ki Fukuyama’nın dediği gibi tarihin sonudur (!) İşte bu zırvalar artık aşılıyor; Doğu’nun ‘ümranı,’ İbn Haldun’un dediği gibi, yeniden ortaya çıkıyor ama tam da bu topraklarda...

Türkiye bu anlamda, son yıllarda, yüzünü hem batıya hem de doğuya -eşit bir şekilde- dönüyor. Doğu illeri, hem kendi doğusuna hem de batıya bağlanıyor, altyapı ve dışa açıklık, limanlara ulaşım, yeni yollar ve lojistik merkezleri ile artıyor. İşte Diyarbakır’da dün gerçekleşen ‘bir araya’ gelme şöleni bunun bir yerde taçlandırılmasıdır da... Yeni İpek Yolu, transit geçişler, yeni eneji yolları Türkiye’nin Güneydoğusu’ndan başlayarak hem Akdeniz’e iniyor hem de demiryolları ve boru hatları ile batıya ve kuzeye çıkıyor.

Malatya...

Dün Malatya’da idim. Malatya’da Prof. Dr. İbrahim Gezer ve arkadaşlarının kurduğu çok başarılı bir sivil toplum platformu olan BİLSAM’ın davetlisi olarak...

Malatya’da iş çevreleri ve kamuoyu sözbirliği etmişcesine şunu söylüyor: Malatya ve bu bölge, daha üreteceği zenginliğin yarısına bile gelmedi. Tabii bunu anlatmak için bölgenin en önemli geçim kaynağı olan kayısıdan örnek veriyorlar.

Şöyle; Malatya dünya kuru kayısı üretiminde yüzde 65’lik paya sahip; ortalama 100-130 bin ton kuru kayısı ihraç edilmekte bundan da ortalama 300-350 milyon dolar döviz girdisi sağlanmaktadır. Ancak, Malatyalı üreticiler, kilo başına ortalama 3 dolar girdi sağlarken, marka edinmiş, paketlenmiş kayısı yurt dışında 15 doların üstünde fiyatlanıyor. Bu, Malatya’daki kayısı ekonomisini ele alan yalnızca bir örnek. Hem kayısı alanında hem de diğer alanlarda bu çarpıklığa benzeyen öyle çok örnek var ki... Bunun aşılması nasıl olur diye konuştuğumuzda, üreticilerin birliği, altyapı güçlendirilmesi, iyileştirici projeler gibi çok sayıda öneri geliyor ama bunların uygulaması, kurumsal olarak, hem altyapı hem de üst yapı -hukuki yapı- eksikliği duvarına çarpıyor.

Malatya’dan somut bir öneri...

Bunları konuşurken şöyle somut bir öneri geldi. Büyükşehir Belediyesi’nin elindeki şirketler güçlendirilerek ve yeniden yapılandırılarak marka-pazarlama konusunda lokomotif olabilir. Ayrıca bu alanda kurulacak vakıfların iktisadi işletmeleri de güçlü kooperatif uygulamaları oluşturabilir. Bu, hem istihdamı hem de markalaşmayı sağlayarak Malatya’nın kayısı üretimindeki ihracatını marka olarak artırır, katma değerini yukarı çekebilir.

Şimdi bu öneriye dikkat edelim; bu öneri aslında çok şeyi anlatıyor... Birincisi Türkiye’de, özellikle doğu illerinde bundan sonra yerel yönetimlerin ne denli önemli olduğunu anlatıyor... Yerel yönetimlerin, şehirlerin altyapı, temizlik, yol gibi sıradan ve bildik görevleri dışında bölge ve kent ekonomilerini de yönlendirecek şekilde yapılanması gerektiği ortaya çıkıyor. Büyükşehir Belediyelerinin, küçük üreticiyi ve kent ekonomisini büyük tekelci yapılara karşı koruması gerektiği ortada... Bunun için de yerel yönetimlerin, küçük üreticiye uygun dışsallık sağlayacak onun altyapı eksikliğini giderip küresel rekabet etmesini öne çıkaracak uygun ölçekte işletmeler kurarak piyasayı yönlendirmesi kaçınılmaz olmalı...

Müjdeli bir başlangıç...

Türkiye, bu yerel seçimlerden sonra, yerel yönetimlerin bu yönde daha fazla önünü açacak bir yerel yönetim reformunu yapmalı... Şimdi Malatya’dan gelen bu öneriye bazıları yeni devlet ekonomisi (!) diye itiraz edebilir. Hayır bu, tam tersine, yeni bir piyasa ekonomisidir... Piyasayı öne çıkarır ve hem tekelci yapılar hem de bürokratik devletçi ekonomi yerine, geniş katılımlı kamu yararını ve buna bağlı piyasa ekonomisini inşa eder...

Evet, her anlamda yeni bir dönem başlıyor. Anadolu’nun her yerinden gelen öneriler, yeni filizlenen bir ekonomi ve onun maddi gücü, hiç şüphesiz yeni müjdeli bir başlangıçtır... Bu, Diyarbakır’da da dün böyleydi, Malatya’da da... Kutlu ve hayırlı olsun!