Muhammed Akar: Diyarbekir’de sıkıntı büyük kederden uyuyamaz olduk

Akar: Diyarbakırlılar için hiç bir yer Sur kadar önemli değildir. Tarihi 8 bin yıl geriye giden Sur’da insanlık mirası ortak geçmişimiz, çok değerli eserlerimiz çok büyük bir risk altında. Bu badireyi ancak birlikte atlatabiliriz.

Diyarbakır Sur’dan sadece PKK’nın ateşe verdiği camilerin dumanı değil, Diyarbakırlıların feryadı da yükseliyoır. Ne olduğunu sorduğumuz isim, AK Parti Diyarbakır İl Başkanı olarak mühim bir görevi icra eden Muhammed Dara Akar. İnsan hakları aktivisti bir hukukçu olan ve anayasa Hukuku alanında master derecesine sahip olan Akar, uzun süre AB’nin “Azınlık Hakları ve Ayırımcılıkla Mücadele” projesinin koordinatörlüğünü yürütmüş bir isim. Diyarbakır’daki dezavantajlı grupların haklarını savunmasıyla tanınan, TRT Kürdi’de Kurmanci, Zazaki ve Soranice programlar yapan Akar’ın sözünü başka bir açıdan daha kıymetli kılan şey ise, 1925’te yargılanarak idam edilen ve mezarının nerede olduğu hala bilinmeyen Şeyh Said’in torunu olması.

Diyarbakır merkez Sur İlçesi’nde 6 mahalle, bir cadde ve Dağkapı Meydanı’nda sokağa çıkma yasakları ve çatışmalar devam ediyor. Baro başkanı Tahir Elçi de Sur’da hayatını kaybetmişti. Türkiye, olayları haberlerden takip ediyor tabi ama şehirde yaşayan bir siyasi olarak siz anlatır mısınız, Sur’da neler oluyor?

Diyarbakır büyük sıkıntıda... Sur hendekler, barikatlar, tuzaklamalar altında. İmkânı olanlar Sur’dan kaçtı. Diyarbakır’ın en kadim bölgesi insansızlaşıyor. İnsanlar evini çaresizlikten terk ediyor. Diyarbakır’ın tarihi, ortak hafızası, ortak değerleri, insanlık mirası eserleri kuşatma altında. Bu eserlerden Kurşunlu Camii, Tarihi Paşa Hamamı, Dört Ayaklı Minare ciddi zarar gördü. Haçlı seferlerine ve Moğol istilasına bile direnen bir antik kent şu an, eline silah verilmiş, bazıları madde bağımlısı YDGH’lıların elinde, büyük risk altında.

ORTAK TARİHİMİZ BÜYÜK RİSK ALTINDA

- Sur için bir süredir feveran halinde Diyarbakır?

Diyarbakırlılar için hiçbir yer, Sur kadar önemli değildir. Hemen bütün eski Diyarbakırlı ailelerin geçmişi Sur İçi’ndedir. Burası sıradan bir yerleşim yeri değil. 72 milletin asırlar boyu barış içinde bir arada yaşadığı buram buran tarih kokan bir yer. Müslüman, Hıristiyan, Musevi, Ezidi, Şemsi, Kürt, Ermeni, Süryani, Türkmen, Rum, Keldani, Arap ve daha nicelerinin memleketi. Geçmişi 8 bin yıl öncesine giden, surlarla çevrili bir açık hava müzesi gibidir Sur. 27 medeniyete ait sayısız tarihi eser barındıran Sur içi ve Hevsel bahçeleri UNESCO tarafından dünya kültür mirası olarak kabul edilmiş durumda.

- PKK Kurşunlu Camiini ateşe verdiğinde Türkiye’de herkesten tepki geldi. Ama kiliseler de aynı risk altında?

Süryani dostum Can Şakarer geçen gün beni aradı “aile ve cemaat olarak hepimizin eli yüreğinde. Gece yatamıyoruz. Atalarımızdan kalma şehrimiz, tarihi eserlerimiz, kiliselerimiz, el yazması kitaplarımız, paha biçilmez Süryani dini tablolarımız tehdit altında. Ne yapacağımızı şaşırdık. Elimiz kolumuz bağlı izliyoruz” diyerek. Hiç mi yapılacak bir şey yok Allah aşkına! Aynı şeyi Nakşibendi Şeyhi, Şeyh Necmeddin Efendi’den de duydum. 90 yaşındaki Şeyh ağlamaklı bir sesle şunu söyledi; “evi barkı düşündüğüm yok, her gece rüyamda, dedelerimden kalma kitapların yandığını görüyorum. Bu kitapların nüshası yok. Yansa bir daha geri gelmez. Ne olursunuz bir şeyler yapın”

SUR’DA HAYAT BİTTİ ESNAF PERİŞAN 

- Tarihi eserler gibi siviller de tehlikede. Operasyonlar sürüyor. Sur’da gündelik hayat diye bir şey kaldı mı?

Hayat kalmadı ki gündelik hayat kalsın. Herkes terk etti Sur’u. Gücü olan başka yere, akrabası olan akrabalarının yanına gitti. Kalanlar gücü olmayanlar, Suriyeliler ve Romanlardır. Sokaklar hendeklerle, barikatlarla, patlayıcılarla dolu. İnsanlar temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Çocuklar okula gidemiyor, sokağa çıkamıyor. Sağlık hizmeti alamıyor. Hastanız olsa sokaklara ambulans giremiyor. Bir de hendekler ardında mutlu komünal yaşam varmış gibi anlatanlar var. 90’larda Jitem’den kaçılıyordu, şimdi PKK’dan kaçıyor Sur. 12-13 bin nüfusu vardı Sur’un doğu tarafının. İki bine düştü.

-  Sur aynı zamanda şehrin ticaretinin, turizminin can damarı. Durum ne?

Diyarbakır esnafının yüzde 20’si Sur’dadır. Beş yüze yaklaşmıştır kapısına kilit vurulan işyeri. İflas etmeyen küçüldü, işçi çıkarmak zorunda kaldı. Kış günü binlerce insan işsiz evsiz. Herkes perişan, herkes tepkili.

TAHİR ELÇİ’NİN VASİYETİ DE BUYDU

- Tahir Elçi’nin öldürülmeden önce dedikleri Diyarbakır’a vasiyeti sayılır mı?

Elbette. Merhum Tahir Elçiyi, o çatışmalı günde, Dört Ayaklı Minare’ye sürükleyen duygu, insan, tabiat ve tarih sevgisinden başka ne olabilir ki. Herkese soruyorum. Hiç mi yapılacak bir şey yok! Bu kadar aciz miyiz? Bir an düşünün; Ayasofya, Sultan Ahmet ya da Bursa Ulu Camiinin altına tüneller kazılmış, patlayıcılar gömülmüş veya Kapadokya’da çatışmalar var! Bu kadar duyarsız kalır mıydık? Olan bitenler sanki uzak Asya’da oluyormuş gibi izliyoruz. Koca şehirde, bir Tahir Elçi sesini çıkardı, o da canından oldu. Ama artık Tahir Elçi gibi sesimizi çıkarmalıyız. Sivil ve demokratik bir şekilde gür bir sesle “Diyarbekir’e kıymayın” demeliyiz.

BELEDİYENİN SESİ NEDEN ÇIKMIYOR?

- Biliyoruz ki Diyarbakır’ın zengin bir sivil toplumu var ama Sur yanarken sesi neden çıkmıyor?

Ben en çok belediyeye şaşıyorum. Antik Amida şehri yok olma tehdidi ile altında iken neden sessiz belediye başkanlarımız? İnsan hendeklere ve bu çatışmalara hayır demez mi? Belediyeler, Kültür Bakanlığı, STK’lar, halk, herkesin yapacağı bir şeyler olmalı. Göz göre göre kadim şehrimizin yok edilmesine sessiz kalamayız. Bir akıl devreye girmeli. Gerek Sur ve gerekse bölgedeki olaylar karşısında bir yandan da daha serinkanlı düşünmeye ihtiyacımız var. Zor bir dönemden geçtiğimizin farkındayım. Ama aciz ve çaresiz değiliz. Bir vicdan haykırışı olmalı. Tüm partiler, STK’lar, sivil örgütlü yapılar bir araya gelmeli.

YDGH SİSTEMATİK OLARAK VAR EDİLDİ

- PKK’nın gençlik örgütü YDGH bir anda çıkmadı ortaya. Şubat 2013’te sürece koşut olarak devreye sokuldu. Tesadüf olamaz herhalde?

Sorunuza 2013 Newroz’unda okunan Öcalan mektubundaki şu satırları hatırlatarak cevap vermek istiyorum: “Binlerce yıldır birlikte yaşayan büyük medeniyetin çocuklarını birbirine düşman etmek istiyorlar... Batılı emperyalist müdahalelerle bu kadim coğrafyanın kardeş halklarını yapay sınırlarla birbirinden ayırdılar. Arabi, Türki, Farisi, Kürdi toplulukları ulus devletçiklere ve yapay problemlere gark etmeye çalıştılar. Ama Ortadoğu ve orta Asya halkları artık uyanıyor, birbirine kışkırtıcı ve köreltici savaşlara ve çatışmalara dur diyor... Bugün artık yeni bir dönem başlıyor... Dicle ve Fırat, Sakarya ve Meriç kardeştir...”  Herkes, silahların terk edilmesini beklerken birden şehirlerde yol kesen, kimlik kontrolü yapan yüzü örtülü gençler beliriverdi. Başta, çözüm sürecini provoke etmek isteyen kontrol dışı unsurların işi diye yorumlandı. Ama 2013 Newroz ruhunu bozmayı hedefleyen sistematik bir çaba olduğunu gördük. Belli ki birileri Öcalan’ın çağrısını boşa çıkarmaya çalışıyordu. İstediler ki, kan aksın. Bugün de aynı çaba var. Sünni-Şii, Arap-Türkmen, Kürt-Türk umurlarında değil. Öncelikli hesapları menfaatleridir.

ÜMİTSİZ GENÇLERİ ALET ETTİLER

-  Ama PKK “hendekler ve terör eylemleri Kürtlerin hakları için” iddiasında?

Bunun Kürtlerin demokratik talepleri ile ilgisi yok, Kürtleri araçsallaştırmak istiyorlar. Bölgedeki şiddet olaylarının esas nedeni budur. Surdaki işsiz ve ümitsiz gençler bu işe alet edilmekte. Bu çocuklar, bu gençler bizim çocuklarımız. Kazanmak zorundayız. Bu beyhude çabadan vazgeçirtmek zorundayız. Diyarbakır’ın bütün sivil dinamiklerinin yarından tezi yok, devreye girmesi lazım. Korkarsak meseleleri daha da büyütürüz. Polisin de, askerin de, bu çocukların da ölmesini istemiyorum. Ölmek ve öldürmek dışında bir seçenek olmalı. Siyaset bunun için var. Hepimizin omzunda vebal var. Özellikle de HDP büyük bir sorumluluk altındadır. Bu hendeklerden ve çatışmalarda şikâyetçi olan birçok HDP’li siyasi tanıyorum. Makul ve yapıcı bir dil ile konuşurlarsa ortam yumuşar. Diyalog için bir şans doğar. Yarın çok geç olabilir.

MESELENİN CEFASINI ÇEKMİŞ BİR AİLENİN FERDİ OLARAK KÜRTLERE DERİM Kİ:

Kürt sorunu yüzünden defalarca idam, sürgün, yıkım, tenkil ve tedip görmüş bir ailenin ferdi olarak şunu söylerim;

- Şiddet; herkese ama özellikle Kürtlere zarar veriyor. Bir an önce terk edilmeli.

- Çatışmalar, küresel ve bölgesel oyuncuların işine yarıyor. Kürtlerin hak talebi ile ilgisi yok.

- Sokaklarda çatışarak değil, Parlamentoda konuşarak meselelerimizi halledebiliriz.

- Türkiye’de demokratik bir olgunluk var. Birbirimizi ikna ederek birçok sorunumuzu çözdük, yine başarabiliriz.

- Suriye ve Irak örneğine iyi bakalım. Kavganın kazananı küresel oyuncular, kaybedeni Ortadoğunun mazlumları.

- Memleketimizden başka yerimiz yok. Mülteci olarak bile bizi kabul etmeyenlerin ekmeğine yağ sürmemeliyiz.

- Tarih tekerrür ediyor. Bin yıl önce bir yandan haçlı seferleri diğer yandan Moğol istilası sürerken Türkler ve Kürtler el ele verip direndi. Şimdi de Türkiye’nin en iyi dostunun Barzani ve Kürtler olması tesadüfî değildir.

Bu durum, tarihin bize öğrettiği ilginç bir tecrübedir.

- Batılı güçler bu gün var yarın yok. Ama biz kardeş halklar asırlardır beraber yaşıyoruz. Kardeşlik mayası bozulmadan birbirimizin elini tutalım. Yarın geç olabilir.

- Bu ülke hepimize yeter. 2 milyon Suriyeliyi bile aç ve açıkta bırakmadı bu topraklar. Kıymetini bilelim.

- Milliyetçiliğin kör batağına saplanmayalım. Demokratik bir Türkiye’yi hedefleyerek, siyasi, hukuki, sosyal ve ekonomik reformlarla yeni bir Türkiye inşa edelim.

- Kürtler geleceğini Türkiye’nin geleceğinde aramalıdır.

Elçi’nin cenazesinde vicdan azabı vardı

- PKK gençleri silahlandırıp hendekler kazdırırken HDP’li, DBP’li siyasetçiler ne yapıyordu? Halk, bunu görmedi mi?

Bu oyunları birçok insan görüyor. Ama sorumluluğu başkasının üzerine atıyor. Birileri itiraz etsin ama ben zarar görmeyeyim anlayışı var. Tahir Elçi’nin cenazesinin rekor düzeyde kalabalık olmasının bir nedeni de vicdan rahatlatması ve suçluluk duygusundan kurtulma isteğiydi. Sessiz çoğunluğunu yapamadığını Tahir Elçi yapmıştı çünkü. Tüm kışkırtmalara karşın kitleler olay çıkmasına izin vermedi. Rahmetli Elçi’nin arzu ettiği şey de, ağırbaşlı, sivil ve demokratik bir mücadele idi. Kürtler serhildan çağrılarına hiç karşılık vermedi bu süreçte. Kobani için sokağa çıkanlar şimdi suskun.

Esed’e yardım Kürtlerin felaketidir

- HDP içinde Erdoğan nedeniyle nasıl bir ayrışma var?

Erdoğan karşıtı bir damar HDP’nin diyaloga yanaşmasına engel olmakta. Demirtaş’ın Erdoğan hayranları dediği Leyla Zana ve sağduyulu vekiller nereye sürüklendiğimizi görüyor. Kürt gençlerini idam sehpasında sallandıran İran sevinçten avuçlarını ovuşturmakta. Kürtleri Sibirya’ya sürgün eden, Mahabat’ta Kadı Muhammed’i İran’ın kanlı ellerine teslim eden Rusya, şimdi aniden Kürt dostu oluverdi. Esed’in güçlenmesine yardımcı olacak her adım, Kürtlerin felaketi ile sonuçlanacaktır. Sayın Barzani de, makul Kürt siyasetçileri de bunu görüyor. Erdoğan hayranlığı ne ayıptır ne suç. Kürtlere “kardeşlerim” diyen birinin uzattığı dostluk elini tutmamak ayıptır.

78 milyon ne istiyorsa Kürtler onu istiyor

- Kürtlerin beklentileri nelerdir, “tam olarak”?

Kürtlerin bu ülkede istediği şey, 78 milyonun istediği şeydir. Daha müreffeh, demokratik standartları yükselmiş daha özgür bir ülkede eşitçe yaşamaktır. Bunun için birçok adım atılmıştır. Geri kalan adımları da birliklikte atacağız. Kimse ümitsizliğe kapılmasın. Yeni Türkiye’de özgür bir yaşam ve yeni bir anayasa bizi bekliyor. Herkesin alnı ak, başı dik yaşadığı bir Türkiye’yi beraber inşa edeceğiz. Dini, dili, mezhebi, siyasi görüşü ve yaşam biçimi ne olursa olsun herkesin eşitçe ve onurluca yaşadığı bir ülkede yaşama fırsatımız var. 7 Haziran’da bizi uyaran halkımız 1 Kasımda yeniden fırsat verdi. Kan ve gözyaşı ile geleceğimizi karatmayalım.

RÖPORTAJIN TAMAMI İÇİN TIKLAYIN