Dizilere dâir

Almanya’da 29 yýl televizyonculuk yapdým. Son 17 yýlýný program sorumlusu editör olarak. Kýsacasý bu iþi biraz bildiðimi sanýyorum. Onun için de “Muhteþem Yüzyýl” konusunda “patlak” veren tartýþmaya dâir birkaç görüþ serdetmek istiyorum. Ama önce bu diziden tek bir kare dahî görmediðimi belirteyim ki söyleyeceklerimin prensipiyel yaný belirginleþsin:

Târihî televizyon dizileri, yâhut onlarýn kaynaðý olan târihî romanlar/anlatýlar “fiksiyonal/muhayyel” hikâyelerdir.

Bunun hiç istisnâsý yokdur!

Çünki eðer “fiksiyonal/muhayyel” deðil iseler o zaman “hikâye” olmakdan çýkar “belgesel” yâhut bilimsel araþtýrma tarzýna girerler.

Târihî romanlarda ve dizilerde yazarlar belirli bir zaman dilimi içinde geçdiði farzedilen olaylarý anlatýrlar ama bunlarý bizzat uydururlar. Uydurmadýklarýný ise yine muhayyilelerine göre süsleyebilirler.

Tanýnmýþ târihî roman yazarlarý, meselâ Baba Alexandre Dumas (1802-1870), Michel Zévaco (1860-1918), Abdullah Ziyâ Kozanoðlu (1906-1966) yâhut Atsýz (1905-1975) iþte tam bunu yapmýþlardýr. Onlarýn anlatdýðý hikâyelerde o devirlerin gerçek þahsiyetleri elbet vardýr ve zaman zaman önemli roller de oynayabilirler. Ama asýl hikâyelerini kendi yaratdýklarý kahramanlar üzerinden anlatýrlar, çünki onlar üzerinde “tasarruf” hakkýna sâhibdirler. Gerçi bâzen çok bilinen þahsiyetlerin bu tür hikâyelerde baþrolü oynadýðý da vâkîdir ama meselâ “Yavuz Sultan Selim Aðlýyor” dediðiniz zaman bir inandýrýcýlýk sorunuyla karþýlaþmanýz da zor deðildir. Oysa bir Chevalier de Pardaillan, bir d’Artagnan, bir Otsukarcý yâhut bir Urungu bu bakýmdan çok daha geniþ bir hareket serbestîsine mâlikdir. Yeter ki kýlýcý olaðanüstü bir ustalýkla kullansýn!

Öyle sanýyorum ki “Muhteþem Yüzyýl”da mesele, çok bilinen ve anlaþýldýðý üzere çok yüceltilen bir târihî þahsiyetin, Kaanûnî Sultan Süleyman’ýn, özel hayâtý sözkonusu edildiði için böylesine dallanýp budaklandý.

Ben doðrusu bu tavrý biraz çocukça buluyorum.

Târihî Fransýz, Ýngiliz, Rus yâhut Ýtalyan filmlerine bakdýðýnýz zaman onlarda da zaman zaman târihî þahsiyetlerin pek de “parlak” olmayan davranýþlarýna rastlayabilirsiniz.

Kaldý ki “parlak” davranýþ nedir?

Bir büyük hükümdar, bir büyük kumandan her türlü beþerî karakter özelliðinden âzâde midir?

Bir arkadaþýný hiç kýskanmaz mý?

Evli bir kadýna hiç âþýk olamaz mý?

Hiç yalan söylemez mi?

“Muhteþem Yüzyýl”da Süleyman Hân hiç yatakdan çýkmýyormuþ.

Bence hiç yataða girmeyenden korkmalý...

Türkçe eðitimi

Bir önceki yazýmda bahsetdiðim Türkçe eðitiminin nasýl olmasý gerekdiðini soranlar oldu.

Bu konuda çok yazdým ama telgraf üslûbuyla bir kere daha:

1940’lara kadar Türkçe dünyânýn en âhenkli ve en zengin dillerinden biriydi.

“Öztürkçecilik” hamâkati yüzünde dilimizi yirmi yýlda 300 kelimelik bir mahalle arasý lehçesine çevirdik.

Bu yüzden artýk meselâ “hakýykat/sýhhat” yâhut “ihtilâl/inkýlâb” yâhut “hücum/taarruz/tecâvüz” kavramlarýný ayýrt edemez olduk.

Benim teklîfim Osmanlýcanýn müfredat programýna alýnmasý. Çok deðil, toplam 45/50 saat...

Ayrýca alfabemize Q harfini de katarak bunu kalýn Ka (kaf) yerine kullanýrsak problemin önemli bir kýsmýný halletmiþ oluruz.