Doğru... Olmasaydı, olmazdınız!

Bir holdingimiz gazetelere ilan vermiş, “Olmasaydın, olmazdık...” İlanda, “1881-1938” rakamları dikkat çekiyor.

Hemen anladınız:

İlanla hükümet düşürme organizasyonlarında, Gümrük Birliği karşıtı nümayişlerde, IMF adına hükümet sıkıştırma oyunlarında (“IMF’yle yeni anlaşma imzalamazsanız ekonomi çöker” demişlerdi) anti-demokratik gövde gösterilerinde, Gezi olaylarında, şurda burada karşımıza çıkan ünlü holding gazetelere verdiği ilanla Atatürk’ü anıyor.

Bir sivil organizasyon da, tepki olarak, “Olmasaydın da olurduk” şeklinde bir ilan verdi ama ülkede kıyamet koptu.

Bizi, şimdilik (ve bu yazı bağlamında), “olmasaydın, olmazdık” diyen holdingin durumu ilgilendiriyor.

Bakalım öyle miymiş?

Bakalım Atatürk olmasaymış, onlar da olmaz mıymış?

Önce, cezaevinde yazılmış bir mektuptan kısa bir pasaj:

“Sevgili Senihacığım... Şimdi saat sekiz ve günlerden Çarşamba. Derhal çalışmaya başlayacağım. İlk ağızda iki roman çıkarırım sanıyorum...”

O iki roman da çıktı.

Biri, “Kurt Kanunu” adını taşıyordu.

Kemal Tahir’in coşkulu kaleminden, 1926 yılının o uğursuz Haziran ayında İzmir Gaffarzade Oteli’nde başlayıp, İstanbul’da, Maliyeci Emin Bey’in Kocamustapaşa’daki mütevazı evinde sonlanan “sürek avı”nın öyküsü...

Kurtuluşu, beylik tabancasını şakağına dayayıp intihar etmekte bulan Kara Kemal’in hazin ve içler acısı serüvenine koca romancıdan başka kim cesaret edebilirdi?

“Kurt Kanunu”, Kemal Tahir’in kayda değer ve “roman” tanımına uygun tek romanıdır.

Diğerlerini “tarih sosyolojisi” eskizleri saymak lazım...

Ki, hepsi birbirinden değerli tanıklıklar ve tespitlerle doludur. Son derece değerli eserlerdir.

Kara Kemal adını bir yerlerden görmüş, duymuş, okumuş olmalısınız.

“Bir millî burjuvazi oluşturalım, ticaret imtiyazını ekalliyetten alalım, tüm Anadolu halkını bu imtiyazdan yararlandıralım” diyen odur.

“Devlet eliyle zengin yetiştirme”nin sakıncaları konusunda Mustafa Kemal’i uyaran, İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararları, hissi kablelvuku eleştiren, devletin yedeğinde palazlanan “yerli sermaye”nin, gelecekte iktisadî gelişmeyi baltalayacağını söyleyen ilk iktisatçı...

Burada bir parantez açmak gerekiyor:

Kara Kemal, İttihatçılar arasında, “iktisat”tan anlayan tek kişiydi.

Cavit Bey de anlardı elbette, döneminin önemli maliyecilerinden biriydi ama “kadro”ya göre (İttihatçı kadrosundan söz ediyorum) fazla liberal kalıyordu ve biraz da meşruiyetçiydi.

“Milli burjuvazi” oluşturma çabalarının hüsranla sonuçlandığını, bir ekalliyet düşmanlığına dönüştüğünü hatırlatmaya gerek var mı?

Peşinden “1915 kıyımı” gelecektir.

Daha doğrusu, 1915 kıyımını (failleri açısından) meşrulaştıran, biraz da, milli devlet, milli burjuvazi oluşturma hevesi ve çabasıdır.

Tehcire uğrayan, düpedüz katledilen Ermenilerin (büyük savaştan ve mübadeleden sonra da Rumların) mallarına el konuldu, bir “yerli zengin sınıfı” türedi ama özlenen ve beklenen “milli burjuvazi” doğmadı.

Kara Kemal, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra köşesine çekildi.

Pek de “köşesine çekildi” denemez.

Hikâyesi uzundur... El altından, yeni rejimin işlerin üstesinden gelemeyeceğini yaymaya başladı. İzmir Suikasti tertibiyle de bitirildi. (Cavit Bey, Halis Turgut, Ziya Hurşit, Şişli’deki evde Mustafa Kemal’i “darbe” fikrinden vazgeçirmeye çalışan İsmail Canbolat ve diğerleri İstiklal Mahkemesi kararıyla asıldılar.)

Peki, Kara Kemal’in (Kara Kemal’in tasavvurundaki sermaye anlayışının) bittiği/bitirildiği noktada kimler sahne aldı?

Ona da yarın bakalım...

Bakalım Atatürk olmasaymış, sahne alan yeni burjuvazi (yani yeni zengin sınıfı) olmaz mıymış?