Mustafa KARAALİOĞLU
Mustafa KARAALİOĞLU
Tüm Yazıları

Doğru soru, ‘Türkiye savaşa girecek mi’ değil, ‘Dünya gerçeği görecek mi?’

Dünyanın; daha doğrusu ABD ve Avrupa’nın IŞİD karşısındaki çaresizliği ve öngörüsüzlüğü gelip Türkiye’nin kapısına kadar dayandı. Bugün izlediğimiz tablonun özeti bundan ibarettir. Müttefiklerimizin, Suriye ve genel olarak Arap Baharı konusundaki yanlışları, telafisi neredeyse imkansız hatalarının faturası Ankara’nın önüne konulmuş bulunuyor.

Hangi Ankara’nın?

Baştan beri, Esad’a müsamaha gösterilirse sahanın kaçınılmaz olarak radikal terör örgütlerine kalacağını ikaz eden Ankara’nın...

Bölgede demokratik rejimlerin önü açılmazsa, umutsuzluğun ve şiddetin egemen olacağını söyleyen Ankara’nın...

Ve en nihayet, eski anlayışlarla, uzaktan bakışlarla Suriye’nin, Irak’ın ve bütün Ortadoğu’nun anlaşılamayacağını bağırarak söyleyen Ankara’nın...

Hem ikaz edip hem fatura ödemek

Türkiye, bugün yaşananların hemen hepsini tahmin edip, ABD ve Avrupa’yı uyarmıştı. O zaman kulaklarının üzerine yatanlar şimdi Türkiye’ye uluslararası hukuku boşvermesini söyleyip, “sadece” IŞİD’e karşı tetiğe dokunma baskısı yapıyorlar. Baskılar adil olmadığı gibi hiçbir şekilde mantıklı da değil. IŞİD’le böyle mücadele edilebilmesi mümkün olmadığı gibi, göstermelik girişimler de bu örgütü ve tabanını daha fazla büyütür.

Bölgenin ve dünyanın başına IŞİD problemini açan Türkiye değildir. Bilakis, tehlikenin gelmekte olduğunu zamanında söyleyerek sorumlu davranmıştır. Buna rağmen Türkiye, uluslararası toplumun ortak bir karar alması ve herkesin birden elini taşın altına koyması durumunda yine de inisiyatif alacağını söyleyerek dürüst bir müttefik olduğunu göstermiştir. Suriye’den ve son zamanlarda da Irak’tan gelen 1.5 milyon sığınmacıya kapılarını açarak ekonomisinin taşımakta zorlandığı bir bedel ödemekte olan Türkiye daha fazlasını yapmaya da hazırdır. Ancak, bölgenin uzağından konuşanların da risk aldığını görmek gerekiyor. Bazı Avrupa başkentlerinin“Sen hele gir gerisine bakarız”türünden motivasyonları tabii ki bunun için yeterli değildir. Dahası, böylesine ezberden ve duyarsız öneriler saygısızlıktır da...

Birçok ülke, IŞİD belasının gelişini göremediği gibi böyle önerilerle sorunun gideceği yeri de göremiyorlar. IŞİD’e karşı kara ordusu kullanması istenen Türkiye’nin bu örgütle sınır olduğunu da unutuyorlar. Tek başına bu örgütle savaşmak onyıllar boyunca bir çatışmayı göze almak, bilhassa güneydeki şehirlerin açık hedef olmasını kabullenmek demektir. Dahası, yine onyıllar boyunca radikal terörü topraklarımıza davet etmek demektir. Ortak harekat durumunda bile böyle riskler varken Türkiye’ye tek başına saldırmasını önermek gerçekten saygısızca bir tekliften başka bir şey değildir. Sonu belirsiz bir plan için Türkiye’nin elini ateşe değdirmesi ve uzun bir süre çekmemesini öneriyorlar.

Sonu belli bir plan şart

Sonu belirli plan ise, IŞİD ve benzeri örgütleri doğuran Esad rejiminin bitirilmesi ve beraberinde Irak’ta yaşayan halkların geleceğinin garanti altına alınmasıdır. Güvenli ve uçuşa yasak tampon bölgelerin oluşturulması ve müttefiklerin bütün sığınmacıların sorumluluğunu üstlenmesidir. En önemlisi de uluslararası güçlerin yolun bir yerinde sıkılıp yorulmayacağının garanti edilmesidir. Çünkü, herkes biliyor bölgeyi terörden temizlemek zor ve uzun bir mücadele gerektirmektedir. Çözülmesi ve düzene koyulması gereken o kadar çok problem var ki, bazılarının ne olduğu şimdiden belli bile değildir.

Türkiye, bölgedeki tek demokrasi olarak IŞİD’den deEsad’dan da en çok zarar gören ülkedir. İstikrar ve düzenin bozulması en çok, demokratik ve ekonomik hedefleri olan Ankara’yı rahatsız etmektedir. Sınırdan içeri düşmeyen bombalar bile ülkeyi destabilize etmeye yetiyor. Hal böyleyken bir askeri müdahaleden söz etmek ve buna karar vermek için masa üstüne daha çok garantinin konulması şarttır.

GERİDE KOSKOCA BİR HAYALKIRIKLIĞI KALDI

 

Kobani bahanesiyle yapılan eylemlerin yaşattığı tablo hazindir. HDP/KCK/PKK’nın sokağa döktüğü gençlerin ülkeye ve Kürtlere verdiği zararlar saymakla da bitmez. Yaşananlar utanç vericidir, utanç. Böyle bir barbarlığı ne bu ülke ne de Kürtler hak ediyor.

En kötüsü ise, bu eylemlerin hepimizin damağında bıraktığı ekşi tat olmuştur. Birlikte çözüm süreci için el ele verdiğimiz ve geçmişi unutmaya başladığımız anda birden bire rüyadan uyandık. Parmaklarımız tam da barışa ve çözüme dokunmak üzereyken sokaklarda eli silahlı, yüzü maskeli insanları bulduk.“Ne yapıyorsunuz siz?” bakışlarına silahla ve ateşle cevap veren insanlar...

İnsanlar öldü, binalar ateşe verildi, şehirler tahrip edildi ve geride koskoca bir hayalkırıklığı kaldı... Birlikte barışa gideceğimiz insanların nefret ve öfkesi hepimizi şaşırttı.  Peki ne yapacağız?

Evet, kandırıldık. Evet, hançerlendik. Evet zor olacak ama şimdi yaralanan barışı onarmanın ve zihinlerdeki bu kötü hatırayı silmenin zamanıdır. Zira, Türklerin de Kürtlerin de çözümden başka yolu yoktur. Bu topraklar üzerinde 77 milyon makul ve mantıklı insan varken vandallık kazanacak değil ya!