Doğu Akdeniz ve Ege’de meydana gelen yüksek gerilim, her an daha büyük gerilimlerin odağı olabilir.
Mesele, muhtemel deniz dibi zenginliklerini ele geçirmek değil.. O, sonuç..
Asıl mesele, Türkiye’nin Ege’de karasuları içine ve Akdeniz’de de Antalya Körfezi’ne..
Lozan Andlaşması zâten, Ege Denizi adalarını ve Kıbrıs’ı vermişti. ‘O günün şartları..’ diye izah edilse de..
Ama, 2. Dünya Savaşı’nın son demlerinde İtalya, Mussolini’nin öldürülmesinden sonra savaştan çekilirken.. Osmanlı’dan 1913’lerde aldığı adaları Türkiye’ye geri vermeyi gizlice teklif ettiği iddiaları üzerinde çok konuşulmasa da çok ciddîdir. Ama, o zamana kadar savaşa girmemiş ve tarafsızlığını ilân etmiş olan bir Türkiye’nin 12 Ada sözkonusu olunca bu teklife, balıklama dalmasının yanlış olacağıyla izah edildi.
Esasen Türkiye’nin savaşa girecek bir gücünün olmadığı da düşünülüyordu, İnönü tarafından.. O da, o günün şartları açısından izah edilebilir.
Türkiye’nin bu noktadaki çekingen tutumunu, o zaman Yunanistan iyi değerlendirdi. Üstelik de, savaşta, Hitler Almanyası’ndan darbe yemişti. Yani, bu adalar, Yunanistan’a Hitler’in darbesini yemenin bedeli olarak sunulmuş oldu.
Türkiye bugün, hem Lozan’ın ve hem de 2. Dünya Savaşı sonunda Ege ve Akdeniz’de oluşturulan statünün sıkıntılarını en üst derecede çekiyor.
Yunanistan, taa baştan beri bütün Avrupa’nın desteğine sahib olduğu gibi, bugün de başta Fransa olmak üzere, diğer emperial odakları yanına alarak Türkiye’ye karşı bir gövde gösterisi yapmak istiyor. ‘Sisi Mısırı, Suûdî ve sionist İsrail rejimi vs. gibi mahallî figüranlar da cabası..
Bu konular ekranlarda da tartışılıyor. Ancak, hele de em. generaller devreye girince, ortaya sadece resmî ideolojinin 100 yıllık iddia ve suçlamaları tekrarlanıyor.
11 Ağustos akşamı, HT’de, Türkiye- Yunanistan gerilimi konuşulurken, bir em. koramiral, 1911-13 arasındaki ağır Balkan Savaşı yenilgisini de, ‘İttihad- Terakkî’ye değil, 3 sene önce tahttan indirilmiş olan Sultan Abdulhamîd’e bağlıyordu.
Bir Prof. H. Ü. ise.. 1897’’deki Osmanlı-Yunan Savaşı’na değinirken, Osmanlı’nın ‘yarı sömürge durumunda olduğu’nu iddia ediyordu. Kimse de düzeltmedi onun iddiasını..
Halbuki, 1897’de Yunanistan, Osmanlı’ya saldırmış ve Osmanlı da, Sultan Abdulhamîd’in kendi kararıyla açılmış olan bu tek savaş örneğinde, Müşir Gazi Edhem Paşa komutasında, 1 ayda Atina’ya dayanmış ve ama, Avrupa’nın ‘Yunanistan’ı yedirmeyiz!’ korosu karşısında Osmanlı, sadece saldırganı cezalandırıp geri çekilmek zorunda kalmıştı.
Bu emperial ittifak her zaman tekrarlanmak istenebilir.
Dün, bir ebediyet yolcusunu daha, Kemâleddin Erbakan’ı hayır ve rahmetler dileyerek uğurladık.
Kemâleddin ağabey Fatih’te diştabibi idi.. Ağabeyi (merhûm) Necmeddin Erbakan dolayısiyle yarım asır öncelerde başlayan âşinalığımız derinleşerek devam etmişti.
Onunla sohbet ederken, bazı görüş ve tavsiyelerini dile getirir ve, ‘Âbi, bu sizin şahsî görüşünüz mü; yoksa, Erbakan Hoca’nın mı?’ dediğimizde, ‘İkisini de kabul edebilirsiniz..’ diye karşılık verirdi.
Zaman zaman -ve bazan rahmetli Sedat Yenigün’le de- gidip, ona -ve dolayısiyle Erbakan Hoca’ya ulaştırılmasını istediğimiz- görüş ve eleştirilerimizi ifade ederdik.
Bazan aykırı noktalara düşsek bile, aramızdaki bağ hep samimî ve kardeşçe idi.
Dergilerimizi, başında bulunduğu Millî Gazete’nin tesislerinde bastırdığımızdan, daha dizgi sırasında bile dergilerimizin muhtevâsından haberdâr olur ve basamıyacaklarını söyler ve biz de sahife filmlerini toplayıp basım için başka matbaalara giderken, ona da gönlü râzı olmadığından, bizi geri çağırırdı.
Aradan uzuun yıllar geçti. 1980-2015 arasındaki 35 yıllık coğrafî kopuş sonrası dönüşümde, Kemâleddin ağabeyi yine eski heyecanı ve dikkati içinde buldum.
Elbette zaman hükmünü icra etmiş ve hareket etmekte bir takım zayıflamalarla karşılaşmıştı. Ama, yine de, konferanslara, sohbet toplantılarına katılıyor, bazı konuları enine-boyuna sohbet ve yayınları da dikkatle takib ediyordu. Bu arada, özellikle Erbakan Hoca ve etrafında oluşan birçok siyasî ve diğer insanî ilişkilerle ilgili, çoğumuzun bilmediği düşündürücü hâtırâlarının bir kısmı da İnkılab Yayınevi’nce yayınlandı.
Kemâleddin ağabey, son 1 yıldır hareketlerinde daha bir zayıflama olduğundan dışarıda pek görülemez olmuştu. Ve nihayet, dünya emanetini, ezelî sahibine iade etti.
13 Ağustos 2020 Perşembe günü öğle namazını müteakib, Fâtih Câmii’nde büyük bir kitlenin iştirakiyle kılınan cenaze namazından sonra, 92 yıllık fâni dünya yolculuğundan ebedîyet yolculuğuna çıktı. (Müslüman kesimlere şirin gözükmek için, yıllardır, ilginç yolları deneyen kemalist-laik bir siyasî hareketin liderinin, ismini de kocaman yazdırarak cenazeye gönderdiği çelengi merhûm Kemâleddin ağabey görseydi, herhalde, ‘Biz Müslümanları böyle atraksiyonlarla kendisine cezbedeceğini sanıyor olmalı..’ diye tebessüm ederdi).
Kemâleddin ağabeye, çıktığı bu ebedî yolculuğunda Allah’u Teâlâ’dan hayırlar ve rahmetler; yakınlarına ve gönüldaşlarına sabırlar diliyorum.