Ekim ayý, Doðu Türkistanlý Müslümanlar için matem ayýdýr. Ekim 1949’dan bu yana Doðu Türkistan’ý iþgal etmekle yetinmeyen Çin Halk Cumhuriyeti, Müslüman Türklerin dinlerini yaþamalarýna izin vermemektedir. Namaz kýlmak, oruç tutmak ve hacca gitmek için ýsrar eden Uygurlar, 64 yýldýr Çin zulmüne maruz kalmaktadýr.
Doðu Türkistanlýlar tarafýndan 1933’te ilan edilen baðýmsýzlýk, 1934’e kadar devam edebilmiþ, Çin ordusunun iþgaliyle sona ermiþtir. Ancak tarih, Uygurlara bir kez daha fýrsat tanýdý ve 1944’de yeniden Doðu Türkistan Ýslam Cumhuriyeti ilan edildi. 1949 Ekim’ine kadar süren baðýmsýzlýk serüveni, yine iþgalle son buldu.
Ve maalesef çok acýdýr ki, 64 yýldýr iþgal altýnda yaþayan Doðu Türkistan feryad etmektedir.
Doðu Türkistan, Çin’in en fazla rahatsýz olduðu bölgedir. Her ne kadar bu isimle anýlmasalar da Müslüman Türk varlýðý Çin’in gerçeðidir. Bu gerçek oldukça, acý tablo her geçen gün önümüze yeni acý manzaralar koyacaktýr.
Doðu Türkistan’da Türkçe konuþan Müslüman Türkler yaþamaktadýr. Çin hükümeti Doðu Türkistan’da yaþayan Müslüman Uygurlara, Ýslam dininin vecibelerini yerine getirmek istedikleri için çok aðýr baský uygulamakta, namaz kýlan, oruç tutan, sakal býrakmak isteyen kiþileri tehlikenin kaynaðý olarak görmektedir. Oysa burada insanlar, sadece inançlarýnýn gereðini yaþamak, milli ve dini haklarýnýn ayaklar altýna alýnmamasýnda ýsrar etmektedir.
Doðu Türkistanlý gençler için Çin’in sunduðu hayat, sonu faciayla biten bir hayattýr. Maalesef Uygurlarýn geliþmek, eðitim ve bilim alanýnda yükselmek ve kendileri için gelecek inþa etmek gibi hayallerinin gerçekleþmesi imkansýz gibi görülmektedir.
Komünist ideallere sahip Çin’in en büyük endiþesi, Uygurlarýn inançlý kitle halinde kalmasýdýr. Doðu Türkistan’da insanlarýn ekmekle imtihan edilmesi dahi, kasýtlý olarak planlanmýþtýr. Çin hükümeti, 50 milyonu aþkýn Müslüman’ýn haklarýna saygý göstermek bir yana, toplumun dejenere olmasý için oldukça istekli politikalar izlemektedir.
Baðýmsýzlýk taleplerini zinde tutan Uygurlar geri adým atmadýkça, Çin hükümeti baskýlarýný daha da sertleþtiriyor, bunun da ötesinde insanlýk suçuna varacak kadar derece korkunç katliamlar yapmaktan kaçýnmýyor.
Ancak Uygurlar, her türlü baský ve zulme raðmen haklarýný arama ve sonuç alma çabalarýnda ýsrar ediyorlar. Uygurlarýn sürgündeki lideri Rabia Kadir hanýmefendinin durumu ise ayrý bir analiz konusudur. ABD’de bulunan Rabia Kadir’in uluslararasý çevrelerle temasa geçmesi, çýkýþ yolu bulma gayretleri elbette çok anlamlýdýr. Zira Doðu Türkistan’daki yargýsýz infazlarýn ardý arkasý kesilmiyor. Maalesef biz de dünyanýn bu vahþete seyirci kalmasýna þahitlik ediyoruz.
Rabia Kadir, Türkiye’ye gelmek istiyor. Tabii ki bu onun en doðal hakkýdýr. Ýfade edilmese de Rabia Kadir’e Türk yetkililerin sempatisi ve desteði de söz konusudur. Çin’deki zulme en fazla ses çýkaran devletin Türkiye Cumhuriyeti devleti olduðunu unutmak haksýzlýk olur. Türkiye’nin de bazý sorunlarýnýn ve anlatýlmamasý gereken durumunun olduðunu dikkate alarak deðerlendirmede bulunmak gerekir.
Doðu Türkistan’ýn haklý sesinin duyulmasý ve siyasi mücadele zeminin derinleþmesinde ýsrarcý olan Uygurlarýn mücadelesine destek vermek için herkes seferber olmalýdýr. Özellikle medyanýn bu husustaki duruþunu önemsiyorum. Dünyanýn gerektiðinde üç maymunu oynadýðý hiç kimse için sýr deðildir. Ancak özellikle Türkiye medyasýnda bu vahþetin gündemde tutulmasý ve Çin’in zulmüne seyirci kalýnmamasýna teþvik edilmesi önemli görev olarak deðerlendirilmelidir.
Doðu Türkistan’daki insanlar Müslüman ve Türk olduklarý için zulme maruz kalmaktadýr. Bu zulme seyirci kalan herkes, Çin hükümetinin zulmünden sorumludur. Gördüðü ve duyduðu halde susarak unutulmasýna neden olduðu için sorumludur. Umarým bu vebali kimse paylaþmak istemez.