Dolmabahçe, Çözüm Süreci ve sivil inisiyatif

Çözüm sürecinin başladığı günden bu yana Türkiye siyasi tarihinde eşine benzerine rastlanmamış olaylar yaşıyor olmamızı tesadüflere bağlayanlardan değilseniz eğer ya da olup bitenleri sadece yakın çevresine bakıp bir ideolojinin, bir siyasetin, bir fikrin ve duygunun içinden değerlendirmiyorsanız “zamanlamanın ne kadar manidar” olduğunun da farkında olmalısınız.

Bölgenin kaderini yüzyıl sonra bir kez daha belirlemek isteyenlerin Türkiye için de bir şeyler düşündüğü ortada.

Osmanlı sonrası hem coğrafi hem psikolojik olarak büzüldüğü yerde, 90 yılın ardından nihayet başına ne geldiğini, kim olduğunu hatırlayan ve sorunlarını çözme iradesi gösteren Türkiye’ye tahammül olmadığı da öyle.

Her on yılda bir itilip örselenerek dizleri üzerine düşürülen bir ülke, bir toplum, nihayet ayağa kalkmış, omurgasını düzeltmiş ve kendinden emin şekilde ileriye bakarak adımlar atmış 2013’te. Siyasi istikrarını sağlamış, dünyada 16. büyük ekonomi olmayı, yıllarca kanını iliğini sömüren IMF’yi ülkeden kovmayı başarmış. En mühimi de ülkeye kan kaybettiren en acil meselesini bir şekilde hal yoluna koymuş koyabilmiş.

Ama o da ne?

Bunu büyük bir emek ve geniş halk desteğiyle başarmış olan siyasi iktidar aniden hedef tahtasına konuyor. Tam 12’de de diktatörlükle suçlanan lideri var.

Yalnız bu işte bir gariplik var: Diktatöre atış serbest!

O yüzden seçilmiş yetkilendirilmiş Başbakan demokrasi düşmanı ilan ediliyor!

Çözüm için gerekirse baldıran zehri içerim dediği, pek çok darbe ve suikast girişiminden kurtulduğu bilinmezmiş gibi “ne yani bu adam mı getirecek barışı peh” deniyor.

En ağır hakaretler, ağza alınmayacak küfürler, hoca ağzından çıkan beddualar fikir muamelesi görsün isteniyor. 30 milyonun iradesi 30 bin kişinin can sıkıntısından daha değerli bilinsin isteniyor.

Vesaire. Velhasıl olaylar, değişik kılıklara girmiş darbe girişimleri olarak gelişiyor.

Son numara da malum, emniyet-yargı cuntasının ağır çekimde yürüttüğü, sandık ayarlı 17 Aralık darbe girişimi. Senaryo bayat ve berbat olsa da prodüksiyondaki çeşitlilik hayret ve ibret verici.

Gayri meşru türedi hayalet eski vesayetçilerle birlikte Türkiye’yi tekrar eski konumuna yani dizleri üzerine düşürmek gayesiyle hareket etmekte.

Bunun en kolay yolu da malum, kabuk bağlamaya başlasa da henüz tam iyileşmemiş olan yarayı yeniden kanatmak.

Kafaları ve sokakları karıştırarak, Kürt siyasi hareketini masayı devirmesi için kışkırtarak süreci sabote etmek. Demokratikleşme için harcanacak zamanı, emeği, enerjiyi çalmak, suni gündemle çarçur ettirmek.

Demokrasi ve çözüm için

Bunlar var, oluyor. Çözüm için irade koyanların kararlılığı da görülüyor ki süreç bunca kışkırtmaya rağmen bir şekilde yürüyor. Peki, ama mukavemeti nasıl? Gündemi ne? Çatışmalı kanlı günler geri gelsin diye uğraşanların çabalarını başlarına geçirmek, endişeleri umuda çevirmek için ne yapılabilir?

Bu soru ve kaygılarla bir araya gelmiş bir grup, aralarında bulunduğum “Demokrasi ve Çözüm İçin Sivil İnisiyatif” grubu. Çözüm süreci kapsamında Türkiye’nin dört tarafına dağılarak halkın nabzını tutan Akiller Heyeti’ndeki isimlerden oluşsa da bu bir “akil heyeti” ya da onlar adına konuşan bir oluşum değil. Grubu bir araya getiren temel etmen, merkezinde Çözüm Süreci’nin olduğu demokratikleşme çabasının kararlılıkla sürdürülmesi gerektiğine olan inanç ve bu konuda sivil alanda sorumluluk alma arzusu. Bunun tüm Türkiye’nin ortak inancı ve isteği olduğunu bizzat ülkeyi dolaşarak tecrübe etmenin öğreticiliğiyle 76 milyonun desteği ve katkısı önceleniyor. Bu amaçla Hükümetle olduğu gibi, siyasi partilerle, ulusal ve uluslar arası kuruluşlarla görüşmeler planlanıyor.

Bu minvalde Cumartesi günü Dolmabahçe’deki Çalışma Ofisi’nde sürecin mimar ve yürütücülerinden Başbakan Yardımcısı Sayın Beşir Atalay ve AK Parti Grup Başkanvekili Mahir Ünal ile görüştük. Çözüm iradesi kadar sürecin mukavemetinin de güçlü olduğu intibaını edindik. Ki şöyle bir gündemde yürek soğutur.