Özcan: Türklerle Kürtler tarihte üç kez ittifak yaptılar, hepsi ‘zafer’ ve refah getirdi. Erbil’deki toplantıdan da yeni bir ittifak çıkacak. Ama Batının ve Kürt milliyetçilerinin kışkırtmalarına karşı dikkatli olunmalı. Öcalan da ‘ulus’ ve ‘devrim’ kelimelerini kullanmamalı.
Çözüm süreci yürüse de Suriye’nin kuzeyinde hızla gelişen durumlar, Resulayn’a bayrak çekilmesi, PYD lideri Salih Müslim’in Türkiye’ye gelmesi, kaç yıldır gerçekleştirilemeyen “Kürt Ulusal Konferansı”nın önümüzdeki ay Erbil’de yapılacağının kesinleşmesi gibi pek çok gelişme yeni sorulara sebep oluyor.
Sürecin kırılganlığı, hassasiyet noktalarının çokluğu, yanlış algı oluşmasının olası zararları gibi nedenlerle aranan cevaplar ayrıca bir dikkati gerektiriyor.
Gelişmelerin anlamını ve dikkat edilmesi gereken noktaları Tunceli Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Yard. Doç. Dr. Ali Kemal Özcan ile konuştuk.
PKK-Öcalan incelemeleriyle tanınan Özcan, dünyada yapılmış tek PKK sosyoloji doktorasının sahibi.
Çözüm süreci, PKK’nın geri çekilmesi, Suriye’nin kuzeyindeki son gelişmeler ve gelecek ay Erbil’de yapılacak Kürt ulusal konferansı… Elbette her bir gelişmenin evveli var ama yine de her şey çok hızlı yaşanıyor. Hepsine birden bakınca ilk ağızdan ne demek istersiniz?
Hani derler ya “Atatürk yaşasaydı CHP’yi kapatırdı” ya da “Marx yaşasaydı Marxist olmazdı” diye. Ki ben bunların doğruluk payları olduğunu düşünenlerdim. Marx da “Tarih, sınıf mücadeleleri tarihidir” demiş ya; Marx bugünlere baksaydı, eminim “sınıf mücadeleleri tarihi değil, iktidar sınıfları arasındaki mücadeleler tarihidir tarih” diye düzeltirdi kendini. Şimdi esefle söylüyorum, dünyanın bütün zulümlerine karşı çıkan hareketler, kutsal devrimler, Ekim devrimi dâhil, bir süre sonra iktidar gücüne dönüşüyor ve eskiyi aratır hale geliyorlar. Şimdi bizim Sovyet Komünist Partisini değiştirme gücümüz yok. Ama yaşanan canlı bir örnek var önümüzde: PKK canlı örneğimizdir.
DEVLET YOL YAPMASIN DİYEMEZSİN
Yani PKK, zulme karşı yola çıkıp bir iktidar gücüne dönüşerek kendi iktidarı için savaşır hale mi geldi?
Tabi. Bu süreci kendilerine özgü, bazı yönleriyle karikatürize, bazı yönleriyle trajikomik, bazı yönleriyle de esef verici şekilde yaşıyor. Benim çalıştığım alan Kürt meselesi değil. Kürt meselesini ben, PKK nedeniyle çalışmışım. Yani PKK’yi çalıştım. Ama ne acıdır ki dünyada, bu Kürt hareketi üzerine başka sosyoloji doktorası yok. Ben 1997-2003’te yapmıştım, hala yok. Yaşanan bu. Ve yakın geçmişte yapılan kongrede PKK adına Cemil Bayık çok sert bir konuşma yapıp diyor ki, “Devlet karakol, yol, baraj yapmaya devam ederse bu süreç biter”. Hadi barajı, karakolu anladık da “yol”u niye katıyorsun bunların arasına? Yolu “devlet silahlı güçlerini geçirmek için yapıyor” diyordun eskiden, ama barışta yolların özellikle yapılması gerek.
MARX, ÖCALAN, PKK
Yani?
Yani PKK geliştikçe genişledikçe, fiili anlamda bir iktidar örgütlenmesine dönüştü. Bu anlamda bütün isyan hareketleri hızla karşısında mücadele ettiklerine benzerler, hatta karşıtından beter olurlar. Marx bir de, “Kapitalizmin en büyük tehlikesi, sömürücü sınıfın sömürdüğü sınıfı ahlaken ve ruhen kendisine benzetmesidir” der. Yaşasaydı Marx, “kendisine benzetir” değil “kendisinden beter eder” diye de eklerdi. Dolayısıyla ben klasik sosyalist perspektiften baktığımızda sadece bir işçi sınıfı değil, herhangi bir alt sınıf iktidarının zamanla gidenden daha tehlikeli olacağına inananlardanım. Öcalan bunu çok hazin bir cümle ile “halkların başarılı olduğu hiçbir devrim yoktur” diye ifade eder Bir Halkı Savunma’sında.
ROJAVA DEVRİMİ DEMEK YANLIŞTIR
PKK şimdi silah bırakırken mi tehlikeli oldu peki?
PKK’nın bütün yayın organları resmi, gayri resmi “Rojava Devrimi” diyor. Ben bir Öcalan incelemecisiyim. Öcalan savunmaları boyunca sosyalist bir perspektifden ayrılmamak şartıyla, Sovyetler’in Ekim Devrimi’nin devrim olmadığını anlatır. “Rus kapitalizminin kendini geliştirmesidir” der. Peki Ekim Devrimi’nin devrim olmadığı yerde, nüfus cüzdanı bile olmayan bir topluluk can havliyle, kendini koruma mücadelesi veriyor, sen buna nasıl devrim diyorsun?
Niye diyorlar?
İktidar olacak ya! Kitleleri motive edecek bir sihirli değnek olarak görüyor “devrim” kelimesini hala.
PKK ‘ULUS’ VE ‘DEVRİM’ KELİMELERİNİ UNUTMALI
Ama PKK tam da silah bırakıp demokratik mücadele dönemine hazırlanırken buna “devrim” demek süreçten rahatsız olan ve başka bir ajandanın işleyeceğine inanan çevrelerde büyük bir alerjik reaksiyona neden olur ve Allah korusun “devrim” denebilecek Çözüm Süreci kesilebilir.
İşte benim de şu günlerde uğraştığım mesele bu. Bu mesele bir şekilde Öcalan’a götürülmeli. Bu adam bu savunmaları boşuna yazmadı. Eğer hakikaten bir çözüm süreci yürütüyorsa, PKK’nin ilk elden kaçınması gereken iki kavramı var: Biri “ulus”, biri “devrim”dir. PKK sözcüleri bu iki kavramın orucunu tutması lazım. Ulus kapitalist pazarın “rahmi”dir. Dolayısıyla ulus, iktidar olup bir bölgeyi yönetmekle alakalı. Sınıfsal ya da iktidarsal bir menfaatle ilgili bir kavram. Ama etnisite başka bir şeydir.
ULUSLAŞMA VURGUSU SÜRECİ TEHLİKEYE SOKAR
Biri sosyolojik biri siyasi olan bu iki kavram neden karıştırılıyor peki, ne yapmak lazım?
Dememiz gerekir ki, Kürt etnisitesi vardır ama Kürt ulusu yoktur, çünkü ulus yapılan bir şeydir, Kapitalist Pazar savaşlarının “ürettiği”, insanlığın başına bele ettiği bir kavramdır. “Uluslaşma” dediğinde “devletleşme” dersin, ulus-devletleşme... Devletleşme dersen de barış sürecini bitirmen lazım. Barış süreci Kürtlerin devletleşme mücadelesi değildir. Barış süreci Öcalan’ın kavramıyla söylersek “tarihi yaşamak”tır. Tarihi “ruhunuzda ve bilincinizde doğru yaşar”sanız, bakarsınız ki bu çözüm süreci dördüncü Türk Kürt ittifakıdır. İttifak olan yerde yeniden devletleşme olmaz. Amaç üzüm yemek mi bağcı dövmek mi? Kürtlerin üzümü özgürleşmedir. Ey Kürtler, siz özgür olmak, kendi etnik değerlerinizi mi yaşamak istiyorsunuz, yoksa devlet olmak mı? Devletse eğer cevabınız, o zaman lideriniz Öcalan’ı reddetmeniz lazım. Öcalan çünkü diyor ki “devletleşme Kürt sorununun çözümü değil, sorununun kaynağıdır”. Bakın bu devlet çok ciddi yanlışlar yapmış. Zaten sorunun kaynağı bu. Sorun inkâr idi, red idi. Ama bu bitti, bitirildi.
DEVLET BAĞCI DÖVMEK DEĞİL ÜZÜM YEMEK İSTİYOR
Ama sorun bitmedi?
Sıcak bir örnek vereyim. Havaalanına indim biri telefon etti, Suriye meselesiyle, süreçle ilgili. Ona dedim ki “Bak bu havaalanından dün Salih Müslim geçti”. Salih Müslim PKK’nin üst yöneticisidir. PKK sadece somut bir organizasyon değildir, bir de ruhsal organizasyondur. Öcalan’ın bu ismi değiştirip, fessedip, sonra geri getirmesi o ruhsal sebepten dolayıdır. Yoksa Öcalan PKK’yi hâlâ Kürdistan İşçi Partisi olarak görmüyor. Ve Kürt isyan hareketinin bir tane örgütü, merkezi var. Bu PKK’dir. PYD’yi Suriye PKK’si olarak biliriz. Bunu ben biliyorum da bütün süreci götüren MİT bilmiyor mu? Biliyor ve bu “bilgi” temelinde görüşüyor Müslim ile. Dolayısıyla şu anda bana göre devlet üzüm yemek peşindedir. Sorunu çözmek istiyor. Çözmek istemese Salih Müslim’i İstanbul’a çağırmaz.
KÖY KÖPEKLERİ, KURTLAR VE ULUS SÖYLEMİ
Kürt siyasi hareketi üzüm yemek istemiyor mu, eleştiriniz neye?
Bir halk sözü var, esef duyarak da olsa söyleyeceğim: Bazı köy köpekleri vardır; ısrarla [kurt] “budur ha budur” dercesine ortalığı ayağa kaldırırlar, durduk yere kurtları toplarlar başlarına. Bunu ben Kürt milliyetçiliğine benzetiyorum. Kuzey’de PKK’nin şemsiyesi altında yaşamını sürdüren Kürt milliyetçilerinden gelme ciddi bir kesim var. Ve bunlar hala ısrarla “ulusal kurtuluş” programlarına sarılmaya devam ediyorlar.
ÖCALAN: AY YILDIZLI BAYRAK BİZİM DE BAYRAĞIMIZDIR
Bu nedenle de “kurtları” topluyorlar diyorsunuz?
Evet. Bunun açıklamasını şöyle yapayım. “Köpek” derken ben bu hayvanı çok severim. Köpeklerle birlikte büyüdüm. İncitmek için söylemiyorum. Bağırıp çağırıp üzerimize parçalayıcı sosyolojik dinamikleri getirmesinler. Bu dinamik de Türk milliyetçiliğidir. Yıllarca Türk halkı askeri vesayet altında zehirlendi. Serikani’ye (Resulayn) bayrak çekmek yanlıştı. Öcalan “ay-yıldızlı bayrak bizim de bayrağımızdır” der. Suriye Kürtlerinin nüfus cüzdanları yok. Şimdi saldırıya uğruyor ve kendilerini korumaya çalışıyorlar. Orada bir devlet yok olmayacak da. Suriye Kürtleri Türkiye’nin devamıdırlar, orada ayrıca bir Suriye Kürdistan’ı bile yok. Coğrafi anlamda bile çok sınırlıdır. Ama orada bir buçuk iki milyon Kürt var. Bölünmüş Kürtler arasında en mazlum en mahrum yaşayan Kürtler onlardır. Bu insanlar o heyecanla yanlışlar da yapıyorlar, PKK içindeki milliyetçilik de habire gaz veriyor, ama bu tehlikeli... Onların yakasını bırakın! “Ulusal Kurtuluş” ve “Rojava Devrimi” deyip Türk milliyetçiliği dinamiğini kışkırtıyorlar. Bu çok tehlikeli bir durumdur. Eğer Kürt Türk ittifakı olacaksa dikkat edilmek zorunda. Kürtler büyük oranda özgürleşti ve bu heyecan verici. Şimdi de bu “Süreç” yürüyor. Bu süreç yürüyecekse bir yanıyla bu özgürleşmenin konforunu diğer yanıyla bunun kompleksini yaşayan sosyolojik dinamikleri kışkırtmamak lazım. Türk etnisitesinin kaygılarını/korkularını anlamayan, onların korkularını dikkate almayan bir Kürt bana göre milliyetçidir, ulusalcıdır, devletçidir ve bağcı dövmek peşindedir.
TÜRK KÜRT ORTAK TARİHİNDE ÜÇ İTTİFAK VE ZAFERLER VAR
Bu süreç Türklerle Kürtlerin tarihteki dördüncü ittifakıdır dediniz. Bunu konuşalım ama önce ilk üç ittifakı hatırlatalım isterseniz...
Türkler 1071’de Anadolu’ya geldiğinde Kürtlerle bir ittifak yapmışlar. İkincisi 1514-17 Çaldıran. “Yukarıdakiler”in iktidar savaşlarının bedelini aşağıdakiler öder. Aleviler kendilerini Şah İsmail’e yakın hissedip ondan yana tavır takınınca ve Şah İsmail savaşı kaybedince, büyük bedeli Aleviler ödüyor. Çünkü Kürtlerin büyük çoğunluğu Sünni olduğu için kendi kaygılarından hareketle Türklerle ittifak yapıyorlar ve oradan büyük bir zafer çıkıyor. Bu zafer Alevilere çok pahalıya patlıyor, ama tarihi ittifak işini de yapıyor. Tarihin acımasızlıkları... Üçüncüsü Kuva-i Milliye döneminde Mustafa Kemal’in Samsun’a oradan Erzurum’a geçişi ve sonrası bir Türk Kürt ittifakıdır. Bu ittifak da zafer getiriyor. Türkiye’de başka “şanlı” “kahraman” “gazi” sıfatı almış şehir yoktur ve alanların hepsi Kürt nüfusunun şehirleri. Bu “ünvan”ların hepsi sivillerin sivil organizasyonlarla dış güçlere karşı savaşmasından geliyor. Bu ülke böyle kurulmuştur. Sevin ya da sevmeyin Mustafa Kemal’i büyük lider yapan bu ittifakı başarmasıdır.
DÖRDÜNCÜ BÜYÜK İTTİFAKI ERDOĞAN KURUYOR!
Şimdi de dördüncü ittifak yapılıyor diyorsunuz?
Sevin ya da sevmeyin, ne kadar kızarsanız kızın, Tayyip Erdoğan’ın başkanlığındaki bu hükümettir bu dördüncü ittifakı başlatan. (MİT/Fidan operasyonundan sonra Öcalan’ın gönderdiği mektup da “ateşleme fitili” oluyor.) Cumhuriyet tarihinin 90 yıllık sorununu, ilk defa kendi iç dinamiğiyle çözmek üzere süreci başlattı, dünyaya meydan okudu: “Öcalan ile görüşüyoruz” dedi yahu. Kanaatim şudur: Özellikle Batı bu işi sevmiyor, çünkü alışmışlar sürekli kulağından tutup duvara vuracak dostlara! Ama bu kez bu hükümet bu tarihsel girişimi yaptı. Bunun başarıya ulaşması için ne yapmamız gerekiyorsa onu yapalım, bu aciliyeti öne alalım. Elbette sürecin başarılı olması için yanlışlıkları da söylememiz gerekir, Hükümete de PKK’ye de. Ben Öcalan’a tanrı gözüyle bakmalarına, köyünden toprak götürülmesini “organize” etmelerine kızıyorum. Öcalan da ulus kelimesini reddettiği halde şimdi tarihsel bir yanlış yapıyor, habire “ulus-ulusal” diyerek milliyetçilere, devletçilere malzeme sunuyor.
ÖCALAN KENDİNİ PRAGMATİZME KAPTIRMAMALI
Eskiden kullanmadığı kavramı Öcalan bugün süreç yürütülürken niye kullanıyor sizce? Türkiye genel kamuoyunun algısını hesaba katmıyor mu?
Abdullah Öcalan’a tarihsel eleştirim bu zaten. Diyorum ki tarihsel önderlerin yakalandığı bir hastalık vardır: pragmatizm... Çünkü karizmaları büyüyor, kendilerini çok kaptırıyorlar. Ama bu arada pragmatizme kurban veriyorlar kendi felsefi bütünlüklerini. Bu süreci “uluslaşma”ya götürmemesi gerekiyor, toplumsallık ile etnisite ile götürmesi gerekiyor. Kürt ulusu değil “Kürt etnisitesi, Kürt toplumu” demesi gerekir. “Çok daha sosyolojiktir etnisite” demişti zaten. Demokratik Toplum diye parti kurmaya çalıştılar bu çok doğruydu. Yani biz demokratik Kürt toplumu istiyoruz, “Demokratik Kürt ulusu” değil, çünkü ulus dediğinde devletleşmeye gider. Başına “demokratik” koyması örtemiyor “asıl işi”... Öcalan bu konuda “tarihin belası” pragmatizme kaptırıyor kendini.
ÖCALAN ERGENEKON TRAVMASINI ATLATAMADI
Niye böyle oldu?
“Kürt ulusu” söylemine onu biraz da Ergenekon sürükledi. Ergenekon’un hakim olduğu devletle bir çözüme gidemeyince 2005’e kadar; “ulusal”cılığa kaydı Öcalan. Onun için “Öcalan 2005-2011 arasında felsefik-teorik travma yaşadı” diyorum. Travmayı atlatmasını bekliyorum, henüz atlatamadı. Onun için feryat figan ediyorum ki, dediklerimi duysun. Öcalan görmeli ki –ve yaşamalı ki– PKK içinde en ikiyüzlüce oturmuş tehlikeli bir Kürt milliyetçiliği var.
BATI HÂLÂ “TAVŞAN KAÇ TAZI TUT” YAPIYOR
Bunda Öcalan’ın payı da az değil.
Evet, onun için yazdığım “Abdullah Abi” mektubunda “bunda arslan payı senindir”i anlatmaya çalıştım. Özellikle İmralı’ya geçişiyle birlikte, Hikmet Fidan ile Kani Yılmaz’ın öldürülmesinden sonra PKK’nin içindeki Kürt milliyetçiliği çok müthiş bir “ders” aldı, tecrübe kazandı. Bir musibet bin nasihat misali... Ve örgüt kendi içinde müthiş Öcalancılık yolunu seçti. “Büyük Başkan Apo, Sayın Başkan Apo” parola haline getirildi ve Öcalan da bunu çözemedi. Bundan bir an evvel çıkması lazım, bu Dördüncü Büyük İttifak’ın başarılı olması için. Büyük riskler var çünkü. Batı, İngilizler Amerikalılar, İsrailliler istemez bunu, “tavşan-kaç tazı-tut” yaparlar: “Hadi Kürtler bakın 20. yüzyılda devlet kuramadınız, şimdi tam sırası, hadi bastırın...” demeye yüklenecekler.
Şu an da yapıyorlar mı bunu böyle?
Evet! Hem de nasıl!
GEZİ’YE NİYE SELAM GÖNDERDİ?
Süreç başladığından bu yana peş peşe provokasyonlar oldu, provokasyon oldukları çok belliydi. Toplumsal boyutları olduğu için değerlendirme kriterleri de kısmen farklı ama Gezi olaylarını da bu kapsamda görenler az değil. Sizce Gezi, sürecin önünün kesme amaçlı mıdır?
Öcalan 1970’lerde DHKP-C sempatizanı olarak bu işlere başlıyor. Sonrasında Bekaa’da Ertuğrul Kürkçü’ye der ki: “Eğer Mahir Çayan öldürülmeseydi, Deniz Gezmiş asılmasaydı ne ben ne örgütüm olurdu”. Öcalan’da hem romantik anlamda Türk devrimciliği var –bu olumlu taraf– bir de hastalık anlamında “reel-sosyalist devrimcilik” var. Gezi’de aslında “kendi hayatına kilitlenmişlik” var. Gidip köprü altında sevişme eylemi yapan, bunu bir eylem biçimi sanan Türk soluna bazen yakayı kaptırıyor Öcalan. Gezi’ye selamı da bu “saik”le gönderdi. Yoksa Gezi’de selam söylenecek bir şey yoktu. O dürüst insanların ağaç sevgisine, çevre kaygısına söylenecek bir söz yok, olamaz. Ama olay bu değildi.
İNGİLİZ KOMŞULARIN GEZİ PANİĞİ
Olay neydi?
Gezi olayları devam ederken İngiltere’ye gittim, tanıştığım iki ayrı yeni komşum da 70’lerindeydi ve Türkiye’den geldiğimi öğrenir öğrenmez ilk tepkileri panikle “aman aileniz güvende mi, tehlikede olan var mı?” şeklinde oldu. Halbuki ben 26 yıl boyunca İngiltere’de Kürtlerin derdini anlatmak için çabaladım durdum, o kadar şey yaşanırken bile BBC’ye, CNN International’a bir gün haber edemedik bunu yahu. Gezi’de saatlerce canlı yayın yaptılar. İnsan der ki “bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü?” Hakikaten bu devlet hükümet bazı yanlışları olsa da, ki var, kendi iradesiyle hareket eden bir hükümet haline geldi. Yeni Türk-Kürt ilişkileri bakımından bu kadar önemli bir gelişme yaşanırken, herkes çok dikkatli olmak zorundayken bunlar olmaz. Türklerin geleceği Kürtlerde, Kürtlerin geleceği Türklerde çünkü.
15 MİLYON TÜRKİYE KÜRDÜ MELEZDİR
Biz ayrılamayız diyorsunuz?
Bakın Türkiye’de Türk Kürt etnik karışımını inceleyen bir çalışma yok hala. Bir “sentez etnisite” oluşmuş halbuki burada. 20 milyon Kürt’ün en az 15 milyonu etnik olarak melezdir. Yarısından fazlasının “yarısından fazlası” Türkleşmiştir. Bu süreç sadece zorla asimilasyonun sonucu değil. “Ben hem Türk hem Kürdüm” derken anne-babamdan bir tarafın Türk olmasından değil, ikisi de Türkçeyi öğrenemeden öldüler.
“ULUS PAZARIN RAHMİDİR” DEMEDİN Mİ?
Diyorsunuz ki Öcalan Amed Hewler Çomerang hattında değil Diyarbakır İstanbul Ankara hattında siyaset yapmak istiyor. Yeni süreç bunu mu vaade ediyor?
Öcalan’ın işte bu noktada dikkatini çekmek istiyorum. Bu çizgiden ayrılmadı ama tehlikeler var. Hewler’deki konferans mesela. Niye ona “Ulusal Konferans” diyorsun? Sen “ulus ‘Pazar’ın rahmidir” demedin mi? Bu kelimeden vazgeçin. “Ulusal” deme “Kürt Halk Kongresi” de. Zaten Özgur İnsan Savunması adlı savunmasında bunun altını belirgince çizmiş. Dördüncü tarihi Türk Kürt ittifakını yapıyorsun. Barış sürecinin kelimeleri başkadır. “Türk Devleti”ni “düşman” kavramı yerine kullanamazsın. “Ulus-Ulusal” diyemezsin. “Kürt ulusal mücadelesi” diyemezsin. Vietnam’dan etkilendiğini söyleyerek, Öcalan acıyla verdiği özeleştiride “ben” diyor, “kaptırdım yakamı devletleşmeye, reel sosyalist kavramlara. En büyük suçum da budur” diyor. Bir Halkı Savunma’nın başında diyor. E bunları demişken “Ulus-Ulusal” deme. Bunu dememek, ya da ittifak yapmak Kürtlerin haklarından vazgeçmek demek değildir, ortak menfaatlere sarılmak demektir.
KÜRTLER DEVLET KURMAMIŞ OLMAKLA ÖVÜNMELİDİR
Türkiye’de devlet aklı bir yere geldi. Hükümet siyasi riski sırtlandı, süreç başladı, devlet de Öcalan da ısrarla süreci yürütüyorlar. Bu arada kaç yıldır bir türlü yapılamayan Kürt Ulusal Konferansı önümüzdeki ay Erbil’de yapılacak. PKK’nın sınır dışına çekilmesi, Suriye’deki gelişmeler de konuşulacak ve orada PKK’ya “silah bırak silahsız siyasete adapte ol” da deneceği söylentisi beklentisi yüksek. Sizce bu olacak mı, oradan ne çıkacak? Ve şimdiye dek kararlarını çoklukla kendisi alan PKK iradesini ortak prensip kararlara nasıl bağlayacak?
Oradaki tehlike de aynı. Barzani, KDP, kendi uluslaşma süreçlerini yürüttüler, bir devlet oldular. Yalnız şunu söylemeliyim: Türk etnisitesi genellikle tarihinde çok devlet kurduğuyla övünür. Kürtler de devlet kuramamanın kompleksini yaşarlar. Bana göre Öcalan ve PKK yöneticileri Kürtlere bu dönem demeli ki: “Bizim övüneceğimiz en büyük nokta hiç devlet olmayışımızıdır.” Eğer önderliklerine bağlılarsa, inan ki Kürtlerin tarihinde gurur duyacakları en temel nokta budur. Çünkü devletlerin tarihinde katliamlar vardır, zulümler var, müthiş günahlar var. Kürtler devlet olmamışsa bu günahlara da bulaşmamıştır. Erbil’deki konferansa gelirsek… Öcalan Hewler’deki konferansta devletleşmeyi çağrıştıracak kavramlardan, çabalardan çok ama çok dikkatle imtina etmelidir, ettirmelidir.
BÜYÜK TÜRK KÜRT İTTİFAKI KURULUYOR
Devletin ve Türkiye genel kamuoyunun ezelden beridir temel korkularından biri, günün birinde bu dört parçadaki Kürtlerin bir araya geleceği, yani ülkenin bölüneceğidir. Haliyle bu konferansta dört parçadan Kürtlerin bir araya gelip kaderlerine ilişkin ortak karar alacak olmaları bu korkuyu depreştirebiliyor ve “bağımsız devlete doğru bir adım mı yoksa bu” sorularına yol açıyor…
Ben böyle düşünmüyorum. Bilakis. Bakın bu dördüncü büyük Türk Kürt ittifakı, sadece Türkiye Kürtleriyle Türkiye arasındaki bir ittifak değildir. Bütün bölge Kürtleriyle Türkiye arasındadır. İşte Batılı “ağabeyler”in en çok kızdıkları budur. Türkiye Kürtleri zaten büyük oranda entegre olmuş. Yarı Türk yarı Kürt olmuşlar. Bu kötü bir şey değil, ben şahsen bunu yaşıyorum, bu büyük bir avantajdır hem ruhsal hem sosyolojik bakımdan. “Diğer” Kürtlerin geleceği Türkiye ile birleşmededir.
KÜRTLERİN GELECEĞİ DEVLETLEŞMEKTE DEĞİL
Siyasi birleşmeden mi bahsediyorsunuz?
Toplumsal, kültürel, ekonomik… Bakın, Kamışlı ile Nusaybin bir ilçedir! Serikani dediğimiz Resulayn ile Ceylanpınar bir ilçedir! Ortadan bölündü bunlar. Tarihin acı verici tekerrürü bu. Biraz ders alalım yahu. Misakı Milli oradaydı biliyorsunuz. “Tavşan kaç tazı-tut” meselesi Şeyh Sait meselesindendir. Bu kavramı en iyi Öcalan kullanır. Lütfen bu sefer bizi “tavşan” etmesin. Şimdi İngilizler Amerikalılar İsrailliler “hadi az kaldı bastırın, hadi” diyebilirler bize. Bizim geleceğimiz devletleşmekte değil. Allah uzun ömürler versin Yaşar Kemal demişti ki “Bu devlet bizim yedi sülalemize yeter”. Mevcut devlet zaten çok büyük. Bu Türkiye Cumhuriyeti devleti Türklerin de Kürtlerin de yedi sülalesine yeter. Yeter ki Kürtlerin de Türklerin de ortak devleti olsun. Artık baskıcı otoriter devlet değil, Allah rahmet eylesin, Erbakan’ın dediği gibi “garson devlet”, hizmet devleti olsun.
BÜTÜN KÜRT BÖLGELERİNİN YÜZÜ TÜRKİYE’YE DÖNÜKTÜR
O nedenle Hewler/Erbil’deki Kürt “Halk” konferansı Türklerle Kürtlerin dördüncü ittifakının kararının çıktığı bir toplantı olsun. Hani bir çakıl taşı vermiyorduk ya birbirimize… Ama aramızda uçsuz bucaksız mayın tarlaları var. İnsanlarımızın kolunu bacağını koparıyor, canını alıyor. Bunları kaldıralım. Buraya sınır gerekmez. Avrupa kendi içinde sınırları kaldırıyor da, bize ne demeye hakları var? Bizim aramızda zaten sınır yok. Salih Müslim İstanbul’da okumuş bir Suriye Kürt’üdür, aslen Türkiye Kürt’üdür. Sanmayın ki o Kürt bölgeleri başkadır. Hepsinin yüzü Türkiye’ye dönüktür.
SORAN KÜRTLERİ TÜRKÇE RADYO DİNLER
Nasıl yani?
Ben Irak Kürdistan bölgesinde aylarca kaldım. Taksilerde en fazla karşılaştığım müzik Türkçe müzik oldu. Hem de Soran Kürtleri, en çok Türkçe dinler! Orada en başarılı öğrencilerimiz Gülen okullarından gelen çocuklardı ve çoğu Türkçe konuşurdu. Daha geçenlerde İngiltere’de Duhok’lu bir Kürt arkadaşla karşılaştık. Ehliyet sınavına çalışıyormuş, baktım kitap Türkçe. Yedi senedir İngiltere’de, İngilizce değil, Türkçe giriyor sınava. Ben herkes asimile olsun Kürtçeyi unutsun demiyorum. Ama bakın bunlar oluyor: bunları açacak, açıklayacak, çalışacak sosyologlara acil ihtiyaç var.
KÜRTÇE EĞİTİM LİSEYİ GEÇMEZ GÖRECEKSİNİZ
Kürtçe ana dilde eğitim meselesi de sürecin önemli bir ayağı, önemli bir talebi. Öte yandan buna ilişkin bir korku yükseltilmeye çalışılıyor?
Ana dilde eğitim hiç sorun değil. Bir komite kursunlar Hewler’e/Erbil’e gitsinler ve Kürtçe eğitimin nereye kadar gittiğini incelesinler. Oradaki Kürtçe Soranicedir, bizim Kurmanci’ye göre çok daha gelişmiştir, ona rağmen Kürtçe en fazla nereye kadar gider, incelesinler. Nerden sonra Arapça ya da İngilizceye geçiliyor, incelesinler. Bir şeyin zamanı geçince yeniden olmuyor. Kürtçe medeniyet dilidir, ana dilidir, yaşam dilidir, eğitim dilidir ama yeniden bir literatür dili olmaz. Size üç örnek vereyim. Dersimce anadilde eğitimi başlatın Dersim’de, ilkokul 3-4’ü zor bulur. Kurmanci 5-6’da biter. Sorani 7-8’nci sınıfta... Ondan sonra Türkçeye dönmeye, ya da İngilizceye geçmeye bakarlar. Çünkü yeniden literatür biriktiremezsiniz. Türkiye’nin arkasında/hafızasında Osmanlıca –hatta Farsça– gibi bir literatürü olmasına rağmen literatürün yarısına yakını İngilizcedir.
BÖLGEDE KÜRT MESELESİNİ ÇÖZMEK İSTEYEN TEK ÜLKE TÜRKİYE
Bölge Kürtlerinin ekonomik kültürel olarak Türkiye’ye rağmen değil Türkiye’yle birlikte ortak bir gelecek kurmasını öneriyorsunuz. Göstergeler de her şey yolunda giderse esasen gidişatın bir tür gönül birlikteliği olduğunu işaret ediyor. Âlâ. Lakin bölgedeki diğer ulus devletler ne diyecek buna?
Biliyorsunuz Kürtler Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla ikiye bölünüyor önce, yakın zamana kadar Türkiye, İran, Irak (Suriye PKK’den sonra biraz yana çekildi) bir araya geliyor ve Kürtlerin ülkelerinden ayrılması korkusuyla kendi aralarında anlaşıyorlardı. İran kendi Kürtleri, Irak kendi Kürtleri, Türkiye de kendi Kürtleri ayrılmasın diye her türlü “ilke”yi sıfıra çekiyorlardı. Kürtler de arada gidiyordu. Şimdi ise Türkiye bu işin önünü çekiyor ve ilk defa devlet olarak kendi Kürt meselesini çözmek isteyen bir devlet var burada. Üstelik Kürdistan’ın yarısı Türkiye’de… Hem coğrafik hem demografik olarak Kürtlerin yarısından biraz fazlası Türkiye’de. Ve en fazla modernizasyon anlamında da bu böyle. Irak Kürtlerinin de İran Kürtlerinin de Suriye Kürtlerinin de yüzü buraya dönüktür. Bunun bir sebebi var.
NE TAHRAN, NE BAĞDAT, NE ŞAM KÜRTLERLE KARIŞMIŞTIR
Nedir?
Farslar Kürtlerin etnik akrabalarıdır. Kuzendirler. Ama Türklerle kuzen değiller. Ama gidin bakın, Tahran’da Kürtlerle Türkler ne kadar karışmış. Birileri kolaya kaçıp diyor ki, Farslar Şii Kürtler Sünni, o yüzden karışmamış. Ama kardeşim, o zaman Irak’ta niye karışmamış? Irak’taki Kürtler de Araplar da Sünni. Orada niye karışmamış? Bu ne mezhep meselesidir, ne din ne de etnik akrabalık meselesidir. Tamamen sosyolojik/toplumsal gelişmeyle, modernleşmeyle, teknolojinin insan hayatına getirdikleriyle alakalıdır. Bu devletlerin içinde en gelişmiş,modernleşmiş olanın Türkiye olduğu biliniyor. Mustafa Kemal ile İttihat ve Terakki’nin devamcılarının bütün günahlarına rağmen bu böyledir.
BU SÜREÇ BAŞARMAYA MAHKUMDUR
Kürt Türk karışımına dair söyledikleriniz son yüzyılı açıklayabilir belki ama geride bin yıllık bir ortak geçmiş, ortak sosyoloji de yok mu, Türklerle Kürtler bugün melezleşmedi sonuçta?
Tabi. Bu son yüzyıl bir parantezdir zaten Türklerle Kürtlerin tarihinde. Bu parantezi bu devlet kapatmak istiyor, bu isyanı yapan örgütün lideri Öcalan da parantezi çok acil şekilde kapatmak istiyor. O yüzden bu süreç başarmaya mahkumdur. Ama Batı’nın Türk-Kürt birlikteliğini istemediği aşikar. Sadece “istermiş gibi” yapıyor. Çünkü biliyorlar ki bu birliktelik sayesinde bu bölge başlı başına bir refah/huzur alternatifi olacak. Ancak bunun olması Süreç’in başarısına bağlı. Bu nedenle Kürt milliyetçilerinin Türk milliyetçilerini kışkırtmasına; bunun da dönüp “kendi” milliyetçilik “zemin”lerini canlı tutma hinliklerine izin vermemek lazım…
Bunu da en başta yapacak olan Öcalan’dır. Ve “Önderlik”lerine “ulusal” olarak değil felsefi olarak bağlı olacak olan Örgüt kadrolarıdır.