Duayen gazeteci kayışları kopardı

Milat gazetesinden Bayram Zilan ve Türkiye gazetesinden Yıldıray Oğur, Hasan Cemal’deki Erdoğan takıntısını “Obsesif-Kompulsif Erdoğan Bozukluğu” olarak tanımlıyor. 

Boşuna duayen gazeteci demiyorlar...

Bu yaşta bile müthiş bir hırsa ve enerjiye sahip.

Kaç aydır, her gün “Erdoğan yazısı” yazıyor...

İstisnasız her gün...

Bir aralar Paris’te, şurda burada dolaşmıştı, okyanusa filan inmişti, hatıralarını yadetmişti ama gittiği yerlerde de boş durmamış, “uzaktan laf sokma” yöntemini benimsemişti.

Hemingway’le ortak mekânlarda eğleşmeler, durduk yerde geçmişe dönmeler, hüzünlenmeler, Türkiye’deki demokrasiyi düşünüp içlenmeler ve arkasından, “pat”, Erdoğan’ın bir “tiran” olduğu, sonunun Menderes’e benzeyeceği saptamaları...

Ben nasıl tanımlayacağımı bilemiyorum.

Esasında iyi adamdır. Duygusaldır da... Oturup konuşacağınız, dertleşeceğiniz, sırrınızı emanet edeceğiniz müstesna isimlerden biridir. Türk matbuatında böylesine sık rastlanmıyor ne yazık ki. İnsan ilişkilerinde de olabildiğince dikkatli ve ölçülüdür. Ben bir falsosunu görmedim ve severim...

Fakat nasıl derler, bu dikkatli, ölçülü ve duygusal adam, birazcık da tuhaf bir adam sanki... “Sanki” değil, düpedüz tuhaf... Sürekli egosuyla yaşıyor ve dünyanın kendi merkezi etrafında döndüğüne inanıyor. Kendisine yönelik eleştirileri “demokratik değerlere yöneltilmiş eleştiriler” sayıyor ve ancak kendisinin merkezinde bulunduğu bir demokratikleşmenin makbul olacağını düşünüyor.

İyi bir yazardır da...

Bugüne kadar yazdığı bütün kitapları okudum. Bazıları hakkında sitayişkâr yazılar yazdım. “Kimse Kızmasın, Kendimi Yazdım”, kim ne derse desin, matbuat âlemindeki en iyi “gazeteci kitapları”ndan biridir ve oldukça öğreticidir...

Keşke Hasan Cemal de arada sırada kendi yazdığı kitaba göz atsa, Baasçı olarak itham ettiği “cunta arkadaşları”yla, bugün Gezi’ye anlam yükleyen çevreler arasındaki koşutluğu (ülkü birliğini) görse...

Bakmaz ve görmez... “Mutlak kötü” saydığı Erdoğan’a yontacağı için bu zahmete girmez...

Erdoğan’ı yakın zamana kadar takdir ederdi oysa... Demokratikleşme çabalarını överdi... Öyle ya, yaşını başını almış gazetecilere hiçbir komplekse girmeden  “abi” diye seslenen sıra dışı bir Başbakanla karşı karşıyaydık ve Hasan Cemal’in takdirini kazandığı alanlarda kendisini daha da geliştirmiş, daha radikal ve köklü değişikliklere imza atmıştı. Çözüm sürecini başlatmıştı mesela... Başörtüsünü kamusallaştırmıştı.Nazım Hikmet’in vatandaşlığını iade etmişti. Vesayet rejimini geriletmişti. “Kürtçe yasağı” ayıbına son vermişti. Milyonlarca kitabı hamur olmaktan kurtarmıştı. Faşist ülkelerden tercüme edilenAndımızı kaldırmıştı. Hasan Cemal’in dedesinin gasp ettiklerini (Ermeni ve Rum mülklerini) sahiplerine iade etmişti.

Hasan Cemal artık bu “iyileştirmelere” bakmıyor... Gözden uzak tutulduğu için öfkeli. (Herhalde) vefa arıyor... Liberal bir yazar, “Erdoğan vefa göstersin, bunlar muhalefeti anında keser” demişti.“Bunlar” arasında Hasan Cemal’in de ismi geçiyordu.

Mesele bu mudur? Vefa mıdır?

Bilmiyorum.

Başbakan’ın göstereceği vefanın neleri kapsadığını, ne tür iyileştirmeler içerdiğini de bilmiyorum. Meselenin sadece vefayla açıklanabileceğini de düşünmüyorum... Bazı tahminlerim var ama yazmaya elim varmıyor. Daha doğrusu kimseyi üzmek istemiyorum.

Dün bir yazısını “daha” okudum...

Hasan abi sinirlenmiş... Öyle böyle değil, basbayağı sinirlenmiş ve neredeyse ağzından lavlar saçıyor. Hoşgörüsüne sığınarak, “Kayışları koparmış” demek istiyorum. Tam da bu tanıma uygun bir yazı çünkü...

Diyor ki, “Siz savaş tamtamları çalarken, ben barış ve çözüm diyordum...”

Sonra detaya giriyor: Yazdığı kitaptan pasajlar aktararak Kürt meselesinde elini nasıl taşın altına koyduğunu anlatıyor, kararlı bir çözümcü olduğuna ilişkin anekdotlar sıralıyor, sağa sola dalaşıyor, filan... Oldukça sert bir yazı...

Bu satırların yazarına da epey bir giydirmiş.

Olsun...

Hasan abimizdir, sever de, döver de...

Fakat ben hiçbir zaman, “Hasan Cemal Kürt meselesinde elinin taşın altına koymamıştır” demedim. Tam tersine, “elini taşın altına koymuştur ve Kürt meselesini gündemimize taşımıştır” dedim.

Dün birileri savaş tamtamları çalarken, sen barış ve çözüm diyordun, kimse bunu inkâr edemez.

Peki, bugün ne diyorsun?

Bugün de Erdoğan’ın Kürtleri satacağını söylüyorsun, “sakın silahı bırakma” diye dağdakilere akıl veriyorsun, Öcalan’ın “Erdoğan’ın yörüngesinde” kaybolduğunu öne sürüyorsun ve çözüm süreci başladığı için acayip mutsuzsun.

Mesele tam da bu işte...

Parmağını gözümüze sokup, “Haddinizi bilin, haddinizi... Vız gelir, tırıs gidersiniz...” diye heyheyleneceğine, bugün nerede durduğuna, hangi karede poz verdiğine bak.

İyi bir yerde durmuyorsun çünkü!