-DUBLİN-
Bir grup siyasetçi, akademisyen ve gazeteci olarak, IRA sürecini anlayıp dinlemek ve ülkemiz yararına tecrübe devşirebilmek için Türkiye’den kalkıp Dublin’e geldiğimiz 2014 Nisan’ında, Kraliçe Elizabeth de tarihi bir kabule hazırlanıyordu. Medya bu haberle resmen yıkılıyordu. Nasıl yıkılmasındı. “Üzerinde güneş batmayan imparatorluk” bir asırdır savaştığı, barışmak için sekiz yıldır görüştüğü IRA’nın eski komutanı McGuinnes’i bir ilk olmak üzere sarayda ağırlıyordu!
Türkiye’deki pozisyonlar üzerinden düşününce, biz tabi şok! Düşünün bir kere, Cumhurbaşkanı, PKK yöneticilerinden Karayılan’ı ya da Cemil Bayık’ı makamında kabul ediyor!
İrlandalılar bu durumu, 1998’de imzalanan Hayırlı Cuma / Good Friday anlaşmasının gecikmiş ama doğal bir sonucu olarak görse de biz “keşke PKK da siyaset yapmak için insan öldürme vahşiliğinden vazgeçse artık” diyor, IRA’ya bakıp iç geçiriyorduk. Umut ediyorduk.
Sorunlar olsa da çözüm süreci fiilen yürürlükteydi. Aman bir yerinden patlamasın diye sabrediliyor, gayretler ediliyordu.
Lakin PKK, dünyanın şahitliğinde verdiği sözü tutmamış ve silahlı unsurlarını ülke dışına çıkarmayı durdurmuştu. Süreç, dağdakilerin silah bırakıp eve döneceği bir hedefle yürütülmesine rağmen Kandil, Cenevre sözleşmesine aykırı biçimde 13-14 yaşındaki çocukları okul kıyafetleriyle dağa kaldırmaya devam ediyordu.
Hedefle mevcut durum, masa ile saha arasındaki makas çok açıktı ve IRA barışını kemale erdirenlerin benzer sorunları nasıl aştıklarını duymaya çok ihtiyacımız vardı. Damdan düşeni dinlemeye gelmiştik zaten.
Önce İrlanda’da IRA, sonra Filipinler’de MIRC / Moro İslami Kurtuluş Örgütü’nün barış süreci tecrübesinden damıttıklarımızı kendi ülkemizin faydasına sunduk. Yazdık anlattık.
Şimdi DPI organizasyonuyla bir kez daha İrlanda’dayız. Grubumuzda AK Parti ve CHP’den siyasetçiler, hukukçular ve gazeteciler var. Bir kadın grubuyuz ve amacımız IRA sürecinde kadınların oynadığı kilit rolle birlikte Belfast’taki toplumsal-fiziksel bölünmeyi yerinde görmek.
Lakin ilk kez bu tecrübenin Türkiye’ye, hele de şu konjonktürde bir faydası olur mu, nasıl bir faydası olabilir, diye düşünüyorum.
Bambaşka bir düzlemdeyiz çünkü artık. Sanki aradan iki yıl değil iki asır geçmiş gibi. PKK’nın 12 Temmuz 2015’te ateşkesi bitirmesi ve 15 Temmuz’da “devrimci halk savaşı” başlatmasıyla birlikte işin mahiyeti tamamen değişti.
İki buçuk yılın kazanımları bir yana, şu an yaşanan durumun eskisiyle alakası yok.
Görüldü ki PKK’ya “silahın devri kapandı, kendini silahsız mücadeleye hazırla” diyen Öcalan’ın Kandil üzerinde hiçbir hükmü yok. Olsa idi “kimse bize silah bırak diyemez, buna karar verecek olan biziz” açıklaması yapmazdı KCK.
Anlaşıldı ki HDP için “Ankara’ya git ve beni Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temsil et” diye oy veren Kürtlerin bir kıymeti yok. Olaydı Kandil’in talimatını değil halkın talimatını yerine getirirdi HDP.
Bir kez daha Kürtlerin çoluk çocuğunun, gelecek umudunun katili olmayı seçti PKK. Şimdiye kadar Kürtlerin hakları için cinayet işlediğini söylüyor, Kürtler ona borçlu kalsın istiyordu.
Şimdi bir yandan “kopuş siyaseti” izliyor, bir yandan adam yemeye kalkıyor.
Hedefe yerleştirmeye cüret ettiği isim, halkın yüzde 52’sinin oyuyla seçilmiş ve yetkilendirilmiş Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı. Aynı zamanda Başkumandan! Türkiye toplumunun siyasi iradesini terör tehdidiyle esir almaya kalkıyor PKK. Kızılay’da, Sur’da ya da Cizre’de insan öldürüyor, faturayı Kürtlere kesiyor ve bu kirli-kanlı işlere ortak etmek için CHP’ye teklif üzerine teklif yağdırıyor!
Ve olup bitenlerden bihaber, rasyonaliteden kopuk, kendini güncellemeyen yapay bir barışseverler grubu, durmaksızın devlete hükümete Türkiye’ye “PKK’ya anlayış göster, katille empati kur” falan diye tazyikte bulunuyor!
Hayır! Bu durum dünyadaki hiçbir çatışma çözümü tecrübelerine benzemiyor. IRA’ya da benzemiyor. “Neden benzemiyor ve ne yapmalıyız” sorularının cevabı yarına inşallah.