Mustafa KARAALİOĞLU
Mustafa KARAALİOĞLU
Tüm Yazıları

Dünün mağdurları bugün mağrur mu oldu?

Yeni Türkiye sadece siyasal değişimi ifade etmiyor. Aynı zamanda ve daha çok bu kavram, toplumsal ve ekonomik yeni durumun da adıdır. Siyasal güç dağılımı radikal bir şekilde değişmektedir ve paralelinde toplumsal katmanlarda da yeniden yapılanma yaşanmaktadır.

Türkiye’nin değişimini analiz edemeyenler veya analiz ettikleri halde buna her vasıtayla direnenler bugün yaşanan toplumsal değişime karşı da aynı durumdadırlar. Bazıları anlamamakta bazıları ise anladıkları halde her vasıtayla direnmekteler.

Eski Türkiye’nin mağdurları haklarını talep ettikçe ve bunlara erişimleri mümkün olmaya başladıkça sınıfsal bir dirençle karşılaşmakta; sinsi ve adaletsiz bir kampanyaya maruz kalmaktadırlar.

Nasıl bir değişimden geçiyoruz. Şöyle... AK Parti iktidarı siyasette vesayet düzenini büyük ölçüde bitirirken, aynı hacimde olmasa da ekonomik paylaşımda ve sosyal sektörlerde de vesayet düzenini değiştirmeye başlamıştır.

Yaşanan bu tarihsel değerdeki gerekli ve kaçınılmaz değişimdir, o kadar.

Dünün mağdurları bugün mağrur olmamıştır.

Dünün mazlumları bugün zalim olmamıştır.

Bu tanımlamalar yalandır, yanlıştır ve dün siyasal alanda yapılan kampanyaların bugün sıradan insanlara yani “millet”e yönelik olanıdır.

Geçmişte, iktidar ellerindeyken mağrur ve zalim olanlar başkalarının adil ve ahlaklı davranamayacağını zannediyorlar.

Oysa... Türkiye zenginleşirken herkes bundan bir parça pay almaktadır. Mesele budur... Her kesimden insanın hayat kalitesi artmaktadır. Muhafazakar veya laik fark etmeden her kesimden.

Fark eden şudur...

Geleneksel olarak, her türlü zenginliği kimseyle paylaşmadan elde tutmaya alışmış kesimler, şimdi de payın büyüğü yine kendilerinde olmasına rağmen küçük paylaşımlara bile tahammül edememektedirler. Nasıl başörtüsüne karşı, dindarlığa karşı çıkarken kendi hayat tarzlarını bir üstün norm olarak kabul ederek mücadele etmişlerse, zenginliğin paylaşımında da aynı ölçüyü kullanmaktadırlar. Geçerli norm, kendi ekonomik sınıfsal üstünlük durumunun devamlılığıdır. “Alt tabakalar”ın zenginleşmesi, sosyal hayatta görünmesi, pahalı ev ve araba sahibi olması, karar mekanizmalarında rol olması kabul edilemez. 

Ne yazık ki, “Müslüman” kimliğine sahip bazıları da bu kampanyanın parçası olabilmekte, kendilerini “vicdanın sesi” rolünde zannederek, eski Türkiye değirmenine su taşımaktadırlar. Başörtüsüne karşı çıkmak neyse bugün muhafazakar kesimlerin zenginlikten pay alma talebine karşı çıkmak aynı şeydir. İtirazcıların hep aynı kesimler olması bu yüzen tesadüf değildir.

Vicdanlı olmak da onyıllardır adaletsizliğe maruz kalan kitlelerin hukukunun yanında durabilmektir; onlara hak ettiklerini çok gören sinsi kampanyaya ortak olmak değil. Kemalist vesayet düzeni yıkılsın ama zenginlik yine aynı ellerde kalsın demek de değildir, söyleyelim.

Öte yandan...

Ne yazık ki, durum böyledir. Sermaye geleneksel olarak kimin elindeyse bugün hala ve büyük ölçüde aynı ellerindedir. Elbette Anadolu sermayesinin biraz olsun soluk alabildiği bir dönem yaşanmaktadır ama hepsi bu kadar. 10 yılda 10 kat, 20 kat büyüyen şirketler ve aileler bu ülkenin eskiden beri aşina olduğu isimleri taşımaktadır.

Sanılanın aksine, “mücahitler” müteahhit olmamıştır. “Mücahitler”i bu alan sokmak istemeyen ve dindarları sadece siyasette tutmak isteyen sermaye düzeni bu propagandayı ustaca kullanmaktadır. Her türlü imkanıyla ve özellikle medyasıyla bu propagandada ısrar etmektedir.

O kadar da utanmazca yapılmaktadır ki “başörtülü kadınların cipe binmesi” gibi konuşulması utanılacak bir mesele bile gazete köşelerinde, televizyon ekranlarında malzeme edilebilmektedir. Üstelik, bu tartışmaların en ateşlilerine yine “Müslüman” kimlikli yorumcular koşturulabilmektedir.

Jeep binmek kadın erkek, örtülü örtüsüz herkesin hakkıdır. Mesele o jeep’in helal ya da haram parayla alınıp alınmadığıdır. Ve biliyoruz ki bu ülkede eskiye oranla çok daha fazla kadın ve erkek jeep veya lüks arabaya binmektedir. Bütün ülkede, erkeklerin veya başı açık kadınların lüks tüketimi problem değilken, üç-beş başörtülü kadının jeep’e binişini konu etmek ayıptır.

Ama mesele bu değildir. Mesele, kadının dindar kimliğini ifade edip sosyal hayatta hemcinsleriyle eşit görünmeye başlamasıdır. Toplumu tasnif eden bu kafaya göre ise, başörtülü kadın ya yürür ya da dolmuşa biner, jeep de neyin nesidir!?

Muhafazakar çoğunluk, siyaseti, ekonomisi, sivil toplum iradesi ve medyasıyla birlikte Türkiye’yi değiştirmiş, arındırmış ve demokratikleştirmiştir. Gururlanmadan, kibirlenmeden, zalimleşmeden.

Aksine, kendilerine yaraşan bir tevazu, adalet ve özellikle de “bağışlayıcılık” duygusuyla... Eğer kibir ve zulüm olsaydı, muhafazakarların parmakları 28 Şubat’ın zalimlerinin; gazetecileri ve sivil kadrolarını işaret ediyor olurdu, değil mi?