Dünün ‘reform düşmanı’ paket beğenmiyor

Meslekteki ilk yıllarımda, netameli konulara pek giremezdik. “Kürt meselesi” bunlardan biriydi. Zaten “Kürt” diye bir şey yoktu. Bunlar, Güneydoğu Anadolu’da yaşayan biraz esmerce vatandaşlarımızdı ve başlarında büyük bir gaile vardı.

Bu da “terör gailesi”ydi...

Bir örgüt çıkmıştı ve Güneydoğu Anadolu’da yaşayan kısmen esmer tenli vatandaşlarımıza zarar verip duruyordu.

Kürt meselesinden söz etmek zorunda kalanlar, iki tanımlamadan birini seçmek zorundaydı: Ya “terör sorunu” diyecektiniz (bu ifade daha çok prim yapıyordu), ya da “Güneydoğu Anadolu sorunu...”

Ben, üzerinize afiyet, “Güneydoğu Anadolu sorunu” demeyi tercih ediyordum...

Birinci tanımlamayı “bünyelerine” daha uygun bulanlar, “terör sorunu” denilen “sorun”un ancak bir boyutunu, yani eli kanlı örgütün işlediği cinayetleri gündeme getirebilirlerdi; eleştirilerini (ya da tespitlerini) sadece bu örgütün yaptıklarıyla sınırlı tutarlardı... Bölgedeki (“Kürdistan” denilmezdi, “bölge” denirdi) asayiş uygulamalarını (boşaltılan köyleri, yakılan ormanları, faili meçhulleri, gözaltında kayıpları, işkenceleri) pek teşrih masasına yatıramazlardı...

Böyle bir “özgürlükler ortamında” mesleğe başladım.

Henüz çiçeği burunda bir köşe yazarı olarak, bir de DGM’yle tanıştım...

HEP milletvekilleri polis marifetiyle enselerinden tutularak Meclis’ten çıkarılmış, cezaevine tıkılmıştı...

Bu durumu içime sindiremediğimi (çünkü yapılanlar “demokratik Türkiye” görüntüsüne zarar veriyordu ve ileride telafisi imkânsız yaralar açacaktı) belirten bir yazı yazdım.

Durum gerçekten de acıtıcıydı... Öfkeyle değilse de, “buruklukla” kalkışmıştım yazıya ve galiba hafif sayılmayacak birtakım eleştiriler yöneltmiştim bu “görüntü”ye meydan veren asayiş mantığına...

Hemen DGM Savcısı’ndan bir çağrı aldım...

Beşiktaş’a gidip ifade verdim...

Sonuçta “kovuşturmaya yer olmadığı” yönünde bir karar çıktı da, DGM maceram başlamadan bitmiş oldu.

Maazallah bir de “HEP’li Kürt milletvekilleri” demiş olsaydım, ölümlerden ölüm beğenecektim.

Çünkü, DGM’mizin değerli savcıları “Kürt” sözcüğünün uluorta kullanılmasından hoşlanmıyordu ve bunda “bölücülük” vehmediyordu.

Bununla birlikte, korkunç bir standartsızlık...

Çıkıp rahatlıkla “Kürt mutfağından yemeyin, Kürt bakkaldan alışveriş etmeyin, Kürdün kebabını ve lahmacununu tüketmeyin” diyebilirdiniz (nitekim bunu diyen ulusalcı yayın organları çıktı), buradan icabında “vatanseverlik” de çıkarılabilirdi ama “Kürt kardeşlerimiz” diyemezdiniz, “Kürtlerin kendilerini gerçekleştirmeleri gerektiğini” söyleyemezdiniz... “Kürt sorunu” ifadesini ağzınıza bile alamazdınız. Buna yeltendiğiniz an “bölücülük” yapmış olurdunuz.

Böyle bir Türkiye vardı...

Hayır, mütareke döneminden söz etmiyorum...

On yıl öncesinde durumumuz buydu...

Kürtçe şarkı yaptığını söyleyen sanatçılara linç törenleri uygulanıyordu... PKK’yla “organik işbirliği” içinde gösteriliyordu... “Vay şerefsiz” diye manşetler atılıyordu arkasından...

Böyle bir Türkiye’den, anadilde eğitime imkân tanıyan yeni bir Türkiye’ye geldik...

Dünün “yaptırımlar düzenini” savunanlara ve her “reform girişiminde”Anayasa Mahkemesi’ne koşup “iptal” kararı çıkaranlara bugün paket beğendiremiyoruz.

Kemal Kılıçdaroğlu, “Paket, taleplerimizin kötü bir kopyası” buyurmuş...

Bunu, anadilde savunma hakkı yasalaşmasın diye komisyonda rezalet çıkaran partinin genel başkanı söylüyor, dikkatinizi çekerim!