Dünya bir yana, biz başka bir yana...

Dünyamız köklü bir dönüşüm süreci içerisinde ve gelişmenin alâmetleri hemen her alanda kendisini hissettiriyor. Bunu fark edip kendisini hizaya çekme ihtiyacı duyanlar var elbette; ancak ne hikmetse, Türkiye ve siyaseti, farkında olanlar arasında değil...

Koltuğu terk etmek zor iken tacını-tahtını bırakmanın ne kadar güç olduğunu hesap edebilirsiniz. Hesabı kötü olanlar, 60 küsur yıldır tahtta oturan İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth’e bakıp zorluğunu anlayabilirler. Ancak son gelen haberlere bakılırsa o da tahtını terke hazırlanıyor. Saray’a yeni atanan basın müşaviri hayatı boyu kral olma rüyası gören Prens Charles’ın adamıymış... Gözlemciler, “Tahttan feragat yolunda ilk adım atıldı” diyor...

Eğer 2. Elizabeth beklendiği gibi davranır ve yoldan çekilirse, yakın zamanda tahtlarını çocuklarına bırakan Hollanda Kraliçesi Beatrix ile Belçika Kralı 2. Albert’i izlemiş olacak... Ondan sonrakinin de İspanya Kralı Juan Carlos olacağına iddiaya girebilirsiniz...

Şimdilik tahtta oturanlar değişiyor, ama yakında Avrupa’da kral veya kraliçe kalmayabilir. Değiş-tokuş, ülkelerde yükselen ‘cumhuriyetçilik’ arayışının hızını kesmek için yapılıyor çünkü. O yönde ilk icraat olarak, kraliyet ailelerine devlet bütçesinden tahsis edilen ödeneklerde kısıntılara gidiliyor. Hollanda’nın yeni kralı Willem-Alexander’in maaşı bir banka müdüründen fazla değil...

Tahtları sarsan, taçları baştan uçurabilecek güçte esen rüzgârların etkisini yalnızca kraliyet aileleri hissetmiyor; ABD’den Fransa’ya kadar köklü cumhuriyetlerde ‘temsil’ krizleri yaşanmaya başladı. Uzun yıllar önce temelleri atılmış sistemlerin yeni dönemle uyumlu olmayan yönleri var; değişim arzusu ülkeden ülkeye ve kişiden kişiye sirayet etmeye başladı.

Doğru ve câzip fikirler bir çırpıda kendisine muhatap ve taraftar bulabiliyor bugünün dünyasında; sınır tanımayan ve dil farkını önemsiz kılan özelliklerden yararlanarak... İnsanlar belli bir ülkenin vatandaşı olmayı sürdürüyorlar, ama henüz farkında olmasalar bile, yaşadıkları hayat, ‘dünya vatandaşı’ hayatı...

Sistemleri, yönetimleri zorlayan bir gelişme bu.

İki birbirine ters sebepten...

Fark edilmeden terfi edilen ‘dünya vatandaşlığı’ yüzünden, insanlar, daha iyi, daha nitelikli ve daha özgür hayatlar talep ediyorlar kendilerini yönetenlerden; daha azı için mazeret kabul etmeye de razı değiller. Aksi halde, özellikle yaşadıkları ortama çok yönlü (parasal, kültürel, sanatsal) katkıları bulunabilecek olanlar, daha rahat edecekleri başka ülkelere kolayca göç edebiliyorlar.

Şaşırtıcıdır, ama bu özellikten en fazla zarar gören ülkelerin başında, nitelikli profesyonellerinin sürekli savaş halinden bıkıp kendilerini daha rahat hissettikleri ülkelere göçtüğü gerçeğiyle başbaşa kalan İsrail geliyor...

Öteki sebep, bunun tam tersi bir gelişme: Avrupa’nın en gelişmiş ülkelerinde, ‘ırkçılığa’ varan özellikler taşıyan ‘milliyetçilik’ yükseliyor. Önceleri kuzey ülkelerini etkisi altında alan bu gelişme Yunanistan ve Fransa tarafından izlendi.

Avrupa’nın yerleşik demokratik devletleri bu iki yönlü tehdit altında...

Ya Türkiye?

Ne yalan söyleyeyim, bir ara ‘Yeni Türkiye’ ile eğilime öncülük etmeye soyunan ülkemizde, şimdilerde pek az kişi, başka ülkeleri sarsan gelişmelerle ilgileniyor; siyaset ise akıntıya karşı kürek çekildiği görüntüsü veriyor.

Kısır kavgaları bıraksak ve bu konuya kafa yormaya başlasak iyi olacak...