Dünya bize karşı mı?

Bugün biraz güncelin kıskacından çıkmayı deneyerek, yakın gelecek üzerine bazı tahminlerde bulunmayı istiyorum. Bunun zorluğunun farkındayım, ama konuşmak zorundayız.

Etrafında müthiş bir kazan kaynıyor Türkiye’nin. Suriye’de bir iç savaş var. Irak’ta kanlı hesaplaşma tüm hızıyla devam ediyor. Kimin kimi hangi maksatla öldürdüğünü anlamakta zorlandığımız ve şu sıralarda iyiden iyiye tırmanan bir hesaplaşma bu. Mısır’da darbe yapıldı, meşru hükümet ve seçilmiş cumhurbaşkanı indirildi. Darbeciler, daha doğrusu onun arkasındaki siyasi akıl, Mısır’ı adeta kulaklarını tıkamışcasına düzenlemeye devam ediyor.

Olup biteni sadece darbe, demokrasi, insan hakları, meşruiyet gibi başlık ya da kavramlar üzerinden tartışmanın ne denli yetersiz olduğu ortada. Kimsenin Suriye halkının nasıl temsil edildiği veya iktidarın meşruiyeti filan gibi bir kaygısı yok. Aynı durum Irak ve Mısır için de geçerli.

Bu bir düzenleme süreci. Muhtemelen Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana gerçekleşen, ancak henüz taşların yerine oturmadığı düzenlemenin önemli bir parçası. Gerçi bundan sonra dünyanın daha önceki büyük düzenlemelere benzer şekilde elden geçmesinin, başka bir deyişle kapsamlı bir ‘kod yazımı’nın ne kadar mümkün olduğu hayli tartışmalı. Ama sonuç itibarıyla etrafımızda ve elbette bizim içimizde böyle bir sancıyı uzun süre yaşayacağız gibi görünüyor.

Bizdeki sancının anlamı, kaynağı ya da karşılığı nedir sorusu, şaşırtıcı bir şekilde hiç tartışılmıyor. Neredeyse aylardır Geziciler, yağmacılar, iktidar yanlısı olanlar, olmayanlar diye konuşan bir ülkede, nereye gittiğimizi anlamak kolay değil.

Türkiye’nin uluslararası sistemde bir karşılığı var. Kendi iç dinamikleri üzerinden dünyaya dair birtakım iddiaları var. Bunları dile getirişi, tezleri ve sesi yakın geçmişte hiç olmadığı kadar yüksek tonda gerçekleşiyor. İddia sahibi olmak, sizi aynı zamanda hedef kılıyor, en sakin ifadesiyle ilgi odağı oluyorsunuz.

Türkiye’nin sistemdeki karşılığının bu kadar hareketli bir yükselişle birlikte aynı kalmasının mümkün olmadığı ortada. Pekçok tezin aksine, dünyadaki herkesin kafa kafaya verip ‘güçsüz bir Türkiye’ tasarladığını da düşünmüyorum. Peki o zaman mevcut gerilim nedir, niçin ülkemizde bir bardak suda fırtına koparılması mümkün oluyor diyorsanız, o zaman başka bir yere bakmak gerekiyor.

O başka yerde hiç beklemediğimiz gelişmeler cereyan ediyor. Mesela ABD ve Rusya’nın Suriye’nin kaderini ortak belirlediğini neredeyse iki yıldır yazıyorum. Sizce bu örnek geçici bir alışverişin sonucu olabilir mi, yoksa çok daha farklı bir paslaşma, paylaşım ve ilgiden mi bahsediyoruz? Elbette ikincisi.

Tam da bu örnek üzerinden Türkiye’nin yakın gelecekte Rusya ile daha yakın olacağını, bugün çatışma alanı gibi görünen başlıkların, mesela Suriye’nin bir anda ortak payda olabileceğini söylersem, bakalım kim ne diyecek. Söyledim bile!

Dahası bu yakınlık, sanıldığının aksine tüm dünyaya rağmen, herkese kılıç çekerek filan gerçekleşmeyecek. Suriye konusunda bunca görüş ayrılığına rağmen Rusya ilişkilerin zedelenmemesine, hatta bu paranteze aynı gerekçeyle İran’ın da eklenmesine biraz kafa yormaya ne dersiniz?

Önümüzdeki yerel seçimler, siyasi iktidar açısından sadece sıradan bir sınav değil, aynı zamanda bu dengeleri nasıl okuduğunun da yansıması olacak. Tüm dünya bize karşı diyerek yola devam etmek imkansız. Az önceki tabloya bakarak dünyayı yeniden okumanın, ayrıca bunun ekonomik modeli üzerinde çalışmanın ne zararı olabilir ki.