Dünyâ değişirken Türkiye

Bugün Türkiye dış ülkelerin kamuoylarında nisbeten geniş çapda yer alan bir konu. Onyıllardır bu işle uğraşan biri olarak bunu sarâhaten görüyorum. 1960’lar, 70’ler hattâ o uğursuz 80’ler boyunca dil bilenlerimiz yabancı gazetelerde Türkiye ve Türklerle ilgili olarak ufak bir haber görse derhâl telâşla açar okumaya koyulurdu. Diğerleri de kusur kalmasın öğrensin diye bu haber yâhut yorumlar hemen tercüme edilip Türk gazetelerinde de yayınlanırdı. Hele bunlar arasında -nâdiren de olsa!- Türkiye aleyhinde olmayan, hafif tertib Türkiye’yi öven yazılara rastlandı mı hani nerdeyse düğün bayram edilirdi.

 

Aslı aranırsa bu yazılıp çizilenlerden tamâmına yakın bir bölümünün hiç de olumlu sayılamayacak bir havada kaleme alınmış olmasına fazla da hayret etmemek gerekirdi. Çünki Türkiye sâhiden de pek matah bir ülke değildi. Ülkemizin bugün bile öyle örnek bir demokrasi olduğunu iddia etmek kolay değil ama o yılları bugün, çok şükür ki bizzat yaşamamış olan genç nesillere birebir anlatmak da kolay değil. Üstelik öyle bir baskı, riyâkârlık ve yaltaklanma havası da hâkimdi ki bugün bunu komik saymak dahî insana ağır gelebilir.

Meselâ “büyük” bir gazetemizin birinci sayfasına boydan boya basılmış ve o zamanki zorbaların öne çıkarıp kukla gibi oynatdıkları “Cumhurbaşkanı” Kenan Evren’in yüzerken çekilmiş bir fotoğrafı altına “......bir süre yüzdükden sonra yeniden karayadönmüşdür.”tarzında lejand uyduranlara gülmek mi yoksa ağlamak mı lâzım geldiğini insan kolay kestiremezdi. Resmi basmış tabii yalakalık olsundiye ama altına ne yazacak? “...bir süre sonra karaya dönmüşdür.” ...haber bu! Tekrar karaya dönmese anlayacağız da dönmüş işte!

Ama Türkiye işte buydu!

Ayrıca - hafazanallah!- bugün yine bir askerî dikta rejimi başımıza musallat olsa  -ağzımdan yel alsın!- tekrar buna benzer ibârelere mâruz kalmayacağımızdan da emin değilim, ayrı hikâye...

Demek istediğim, Türkiye’nin nesini öveceklerdi ki aleyhde yazıyorlar diye öfkelenmemiz haklı olsundu?

Şu var ki fırsat bu fırsatdır düşüncesiyle vururken öldürmek niyeti güdenler de eksik değildi ki beni öteden beri esas meşgûl eden kısım da bu olmuşdur.

Evet, neden?

Meselâ Yunanistan’da Albaylar Cuntası bütün şiddeti ve vahşetiyle hüküm sürerken tabii ki onu da eleştiren, ama bunu yaparken hep belli belirsiz “Şu sıralar biraz keyifsiz,Amcası/Teyzesi, siz onun kusûruna bakmayın! Yakında düzelecek inşallah!” havasında çalan Batı medyası, iş Türkiye’ye gelince neden acabâ böylesine acımasız ve aşağılayıcı bir üslûba bürünüyordu?

Kaldı ki bir siyâsî rezillikden diğerine savrulan Arab ülkeleri hakkında kullanılan genel ifâde de farklıydı.

Ben bunu Türkiye’nin son bin sene boyunca Batı karşısında aldığı pozisyonla münâsebetlendirme eğilimini taşıyorum. 1040 târihinde Dendânekan Meydan Muhârebesi işle kurulup 1071’de bir daha çıkmamak üzere Anadolu’ya giren Oğuzlar, biz Batı Türkleri, Hıristiyanlık âlemi’ne kaşı İslâmiyet Âlemi’ni temsîlen mücâdele veren yegâne kayda değer unsur olmuşdur!

Şunu rahatça söyleyebilirim ki eğer Türkler olmasaydı bugün İslâmiyet ya tamâmen yeryüzünden silinmiş ya da Arabistan ortalarında varlığı yokluğuna müsâvî bir inanç kolu hâline düşmüş olurdu.

O bakımdan Batı’nın Türklere karşı mâzîden gelen bir, nasıl söylesek, kuyruk acısı demek aldığım saray terbiyesine mugâyir, bir iğbirârı diyelim, evet, iğbirârı vardır.

Hani hepsini yere serdik ama bir tek bunlara diş geçiremedik hâlet-i rûhiyesi...

Buna karşılık bizim Tanzîmat’dan bu yana onlara karşı beslemeye başladığımız aşağılık duygusu olmasaydı ne güzel kardeş kardeş geçinmeye başlayacakdık.

Kısmet değilmiş...

Ama bundan sonra olacak, olmak zorunda!

21. Yüzyıl’ın bu tür sürtüşmelere tahammülü yok zîrâ!

Latincede “primus inter pares” diye bir tâbir vardır; aynılar arasında birinci.

Bakalım o kim olacak?