Dünyanın uyuyan vicdanını uyandırmak mümkün mü?

KADINLAR, kadınlar, kadınlar... Ve çocukları... Ve erkekleri... Onlar, Başbakan Davutoğlu’nun deyimiyle ‘geleceği ertelenmiş’ Ortadoğu coğrafyasının insanları...

Evlerini, dumanı tüten bacalarını, ocaklarında yarım kalmış aşlarını, kaynamakta olan tencerelerini, bahçelerini, umutlarını, geleceklerini, geçmişlerini geride bırakmak zorunda bırakılan; başka yurtlara, başka ocaklara, topraklara sığınmak zorunda bırakılan insanlar...  Köşemdeki fotoğrafı gördünüz mü? Bugün bu fotoğrafının çekildiği tarihin yıldönümü. Bu fotoğraf 12 Kasım 2012 yılında çekilmiş.

Hayır. Hayır... Fotoğrafın bütününden bahsetmiyorum. Fotoğrafın içindeki duvarda asılı olandan bahsediyorum. Büyük fotoğraf evvelsi gün,  Sayın Sare Davutoğlu ve Sümeyye Erdoğan, Gaziantep’te AA’nın Objektifinden ‘Göçün Kadınlarına Dair” fotoğraf sergisini gezerlerken çekildi.

Sare Davutoğlu ve Sümeyye Erdoğan bu tablonun önünde durdular ve AA Genel Müdürü Kemal Öztürk’ten bu fotoğrafa dair bilgi aldılar.

Diyebilirim ki, sergide en fazla bu fotoğrafın önünde durdular. Davutoğlu’nun ve Erdoğan’ın yüzlerine baktığınız zaman fotoğrafın hikayesinden epeyce etkilendiklerini görüyorsunuzdur. Bu fotoğraf çekilirken ben de oradaydım. Ama yakınlarında değildim. Ama ne kadar etkilendiklerini gördüm ve fotoğraftaki kadının hikayesinin peşine düştüm. Fotoğraf AA muhabiri Cem Genco’nun objektifine ait.

Kucağındaki çocuk da, eteğine yapışan da, arkasından tutunmaya çalışan çocuk da, arkası dönük annenin çocukları. Sekiz çocuklu bir anne. Hepsinin ayakları çıplak. Anne çocuklarının ayaklarına ayakkabı giydirmeye dahi fırsat bulamamış. O gün havanın oldukça soğuk olduğunu hatırlıyor Cem Genco. Yalınayaklı anne ve çocukları tellerle örülü sınıra yaklaştıklarında objektife basılmış. Sağlık kontrolleri yapılmış ve sınırdan geçmişler.

O gün, Hatay’ın Bükülmez Köyü’nden sadece bu sekiz çocuklu anne geçmemiş. Tam 1200 kişi geçiş yapmış Türkiye’ye. Dün telefonda konuştuğum Cem Genco “Erkekler yok denecek kadar azdı, anneler ve çocuklar geçti. Kadınlar kocalarını, çocuklar babalarını gerilerinde bırakarak” dedi. Yürekleri burkan bir resim değil mi? Bir anne... Ve çocukları... İdlib’in Atme köyünden gelen bu kadın şimdi hangi kampta yaşıyordur acaba? Yaşıyor mudur? Bilmiyorum.

Evvelsi gün, Kadın ve Demokrasi Derneği ve Gaziantep Büyükşehir Belediyesi, Gaziantep’te bu zulmün sesini duyurabilmek adına, ulusal ve uluslararası ortamda farkındalık yaratmak adına ‘Savaşın Mağdur Ettiği Kadınlar’ başlıklı bir panel düzenledi. KADEM’i biliyorsunuz. Yönetim kurulunda Sümeyye Erdoğan’ın da bulunduğu, kadınların demokratik hayata katılımını sağlamayı amaçlayan bir buçuk yıldır bu bağlamda çalışmalar yapan bir dernek. Panele üst düzey katılım oldukça yoğundu. BM Mülteciler Yüksek Komiser yardımcı Ms. Janet Lim, BM Mülteciler Türkiye temsilcisi Carol Batchelor, Ürdün eski başbakanının eşi Dina al Khasawneh, İslam İşbirliği Teşkilatı’ndan Rami M. İnshasi gibi isimler, çok sayıda BM görevlisi ve Türkiye’den sivil toplum temsilcilerinin katılımcılar arasında olduğunu söylemeliyim. Birleşmiş Milletler temsilcileri, Türkiye’nin tarihin en büyük mülteci akımıyla karşı karşıya olduğunu, kendilerinin resmi olarak verdikleri 1 milyon 600 bin civarındaki Suriyeli mülteci rakamını ‘şaşkınlıkla’ ve ‘hayranlıkla’ panelde bir kez daha tekrarlarken, Janet Lim konuşmasında “sorun insani ancak çözüm politik” deyiverdi. Geçiştirme ve kıymeti harbiyesi olmayan konuşmalar yaptılar BM temsilcileri. Salonda bir şaşkınlığa sebebiyet verdi mi? Hayır. Ancak Türkiye’den katılan konuşmacıların BM’ye yönelik yaptıkları eleştiriler salondaki alkışlarla desteklendi.

Benim asıl ilgimi çeken ve bu yandaki fotoğrafı sizlerle paylaşmama sebep olan ise Sare Davutoğlu’nun konuşmasında paylaştığı ilginç tecrübeydi. “Dünyanın uyuyan vicdanını harekete geçirebiliriz” çağrısıyla birlikte ‘empati yapalım’ diyen Sare Hanım 2014 yılının başında gittiği Davos’taki  sağınmacı kamplarının canlandırıldığı bir ‘empati simülasyonundan’ bahisle şunları söyledi: “Kamplarda yaşamak, mülteci olmak kolay değil. Mültecilerin kaldığı ve nasıl yaşadıklarının tecrübe edildiği bir simülasyonuna katıldık. Aramızda tüm dünyadan üst düzey politikacılar, üst düzey şirket yöneticileri vardı. Mültecilerin ayakkabılarını giyerek girdik kampa ve onlar ne yaşıyorsa aynısını yaşadık. Çok etkilendik. Aramızda simülasyonu yarıda bırakıp çıkanlar oldu, gözyaşları içerisinde. Bu tecrübenin yaşanması, onların ne hissettiğini anlamak için Davos’taki kampa gitmek gerekmiyor. Bakın Türkiye’nin her yanında bu kamplar var hepsi sahici. Empati yapmaya ihtiyacımız var.”

Sayın Sare Davutoğlu haklı değil mi? Davos’a gitmeye gerek yok.

Belki dedim şu fotoğrafa bakarak birazcık olsun empati yapabiliriz.

Ne dersiniz?