Dünyaya, etnik veya coðrafyacý anlayýþlardan kurtularak bakamadýkça..

Evet, inanç sistemimiz, bütün ilâhî peygamberlerin (enbiyaullah'ýn) eliyle ilk insandan bu günlere ve yarýnlara, bütün coðrafyalarý, bütün kavimleri, bütün insanlýðý kuþattýðýna ve dünyaya inancýmýzýn ölçülerince bakmakla mükellef olduðumuza göre.. Dünyaya, etnik, coðrafî veya mahallî standartlara ve ölçülerle bakmaktan kurtulmak zorundayýz.

'Ben de Müslümaným/ biz de Müslümanýz'diyen her ferd veya toplum, sadece kendi yaþadýðý coðrafyaya veya kendi kavmine, kendi kan veya dil grubuna bakarak bir dünya tasavvuruna sahib olursa, o zaman, emperial güç odaklarýnýn müslümanlarý bölmek için ek plân ve projeler yapmasýna gerek bile yoktur. Çünkü, ferd veya toplumlar, zâten kendi beyin ve kalblerinde zaten, diðer Müslümanlardan kopmuþlar demektir.

Halbuki, bütün Müslümanlar kardeþtir ve hâkim olduklarý topraklar, inançlarýnýn hayata hâkim kýlýnmasý þartýyla, Ýslam vataný kavramý içinde yer alýrlar.

Ancak, bu aslî ölçüye o kadar yabancýlaþtýk ki, hele de son 100 yýldýr tamamiyle baþsýz, dev bir kalabalýk durumuna düþ(ürül)en Ýslâm Milleti, bugün, bütün Müslümanlarý baðlayan tek bir 'sözcü'den mahrumdur. Ama, diðer bütün dinlerin (ve Hristiyanlýk'taki Katolik, Ortodoks ve Protestan / Evangelist mezheblerinin) ve ideolojik hareketlerin her birisinin adýna nihaî sözü söyleyecek bir makamlarý vardýr; amma, Müslümanlarýn, hayýr!

Bu vesileyle bir örnek vermek gerekirse..

Birinci Dünya Savaþý sýrasýnda Ýtalya, Kuzey Afrika'da, Libya sahillerine en modern silâhlarla çýkarma yaptýðý zaman, büyük mücahid þehîd Ömer Muhtar'ýn da þeyhi olan Þeyh Sunûsî ve müridleri, at ve deve sýrtýnda, tüfenk, kýlýç, kargý vs. dýþýnda hiçbir silâhlarý olmadýðý halde, Ýtalyan ordusuna karþý savaþa girerler.

Bu durumu Muhammed Esed (henüz Lepold Weiss olduðu dönemde), Þeyh Sunûsî'ye, 'silâhlardaki eþitsizliðe raðmen, o yetersiz silâhlarla saldýrýya geçmeniz mâkûl müydü? 'diye sorar. Þeyh Sunûsî'nin cevabý ilginçtir: 'Ýstanbul'da Halife Cihad ilân edince, bizim burada güç ve silâhlarýmýzýn hesabýný yapmamýz alçaklýk olurdu..'

Tersinden bir baþka örneði de 30 yýl öncelerden aktaralým.. 1989'da, Tunus'ta toplanan Filistin Millî Þûrâsý'nda El'Feth lideri Arafat, nizamnâmelerinin ilk maddesindeki, 'Ýsrail'i yok etmeyi esas alan' ifadeyi deðiþtirir. Ve, sonra da, Nobel Barýþ Ödülü ile ödüllendirilir. Ama, kendisinin Filistin siyasetini eleþtiren Müslümanlara, 'Filistin, Filistinlilerin meselesidir, baþkasýný ilgilendirmez..' diyecek noktaya bile gelir.

Bunlarý niçin mi hatýrlýyoruz?

10 gün önce, Brüksel'deki NATO Liderler Zirvesi'nde Amerikan Baþkaný Biden ile Türkiye Baþkaný Erdoðan görüþürken, B. Amerika'nýn 20 yýllýk bir iþgalden sonra, Afganistan'dan güçlerini geri çekmesini takiben, baþkent Kabil Havaalaný'nýn güvenliðinin -önceden de olduðu gibi yine- Türkiye tarafýndan üstlenilmesi konusunun gündeme geldiði ve Erdoðan'ýn da bunun karþýlýðýnda bir takým þartlarýnýn olduðu anlaþýldý. Bunlardan birisi de, Pakistan'ýn da bu konuda Türkiye'yle iþbirliði yapmasýnýn kabul edilmesi idi. Bu þart, muhtemelen, özellikle de Pakistan Askerî Ýstihbaratý'nýn Tâlibân'la olan yakýn iþbirliðinden dolayý idi..

Bu konu Pakistan Baþbakaný Ýmran Khan ile müzakere edilmiþ miydi, bilmiyoruz; ama, Ýmran Khan, 2 gün önce yaptýðý açýklamada, 'Amerika'nýn Pakistan'ý, Afganistan operasyonlarý için bir üs olarak kullanmasýna izin vermeyeceðini' söyledi. Bu söz, Kabil Havaalaný'nýn güvenliðiyle ilgili planý da içine alýr mý, henüz net deðil..

Ancak, Ýmran Khan'ýn, 'Keþmir Meselesi unutturulurken Sincan / Uygur Meselesi'nin, gündeme getirilmesine bir mâna veremediðini' ve 'Hindistan- Pakistan gerilimlerinin en zor zamanlarda Çin'in bize yardým eden tek ülke olduðunu unutamayýz..' demesi de, bir gerçeði ifade ediyor: 'Müslümanlarýn, parça-bölüklüðünü ve her bir parçanýn kendi varlýðýný korumak için, kendi imkânlarýyla, çareler üretmesi acý gerçeðini...'

Sahi, Keþmir'in -70 yýl öncelerdeki eski BM. Kararlarýna raðmen- 'artýk Hindistan'a aid sayýlmasý' gerektiðini söyleyenlerden birisi de Amerika deðil mi? Ve, Amerika, Çin iþgalindeki Doðu Türkistan'ý Çin'e karþý bir diplomatik baský aracý olarak kullanýrken, Çin'in pençesinde olan Uygur Müslümanlarýnýn hayrýný düþündüðünden öyle bir siyaset izlemiyor elbette..

Þahsen, Türkistan konusunda yüreðim hep, Urumçi'de, Kaþgar'da, Hoted'de, Aksu'dadýr; kardeþlerimizle birliktedir; ama, aklýmla tarttýðým zaman.. Ýmran Khan'ýn sözleri içimi incitse bile, büyük düþmanlarý Hindistan karþýsýnda Pakistan'a gerçekten de tek etkili yardýmcý olabilecek ve Hind'le öteden beri hep soðuk iliþkiler içinde olan Çin'e karþý, ve Amerika'nýn da Çin'i vurmak istediði noktada, Amerikan paraleline düþmek gibi endiþeyi de taþýmýyor deðilim.

Evet, Türkistan da kalbimize saplanan bir hançerdir, Keþmir, Filistin, Çeçenistan, Bosna, Arakan vs. coðrafyalar gibi.. Ama, bunlarý düþünürken, sadece, kendi duygularýmýzý deðil, diðer Müslüman toplumlarýn hayatta kalabilmek hesaplarýný da göz önünde bulundurmalý deðil miyiz?

Ve bir beyin ve kalb sancýsý olarak, 'bütün Müslümanlarýn -100 yýl öncesine kadar çok güçlü olmasa bile, ýslahý mümkün þekilde var olan ve emperial güçlerin oyunlarýyla yok edilen- birliði' idealini asýl çare olarak düþünmediðimiz ve saðlayamadýðýmýz müddetçe, bu parça-bölük oluþ acýlarýmýz içinde kývranýp duracaðýz demektir.