Dünyaya gururla bakan anneler için

<img src=http://www.stargazete.com/imgsdisk/2013/05/12/120520130138206188437_3.jpg>

Bugün anneler günü.

Tanıdığım annelerden ve annem Sıtti Behiye’den, oğlum Zerdeşt ve kızım Hiwa’nın sevgili annesi Canan’dan öğrendiğim bir şey var: Anneler, dünyaya gururla bakarlar.

Her şey gelir geçer, ama o, dünyaya gururla bakmak hali hiçbir zaman geçmez, hep baki kalır ve sadece annelere mahsustur.

‘Dünyaya gururla bakarak’ yaşayan dindar bir kadındı benim annem.

Okuma yazması yoktu. Türkçe bilmezdi. Bildiği kadarını da konuşmak istemezdi. Mensup olduğu aile, devletin zulmünden çok çekmiş bir aileydi.

Ah sevgili annem, nur içinde yatsın, devlete gücü yetmeyince, cezayı Türkçe’ye kesmişti işte. Üç oğlu da üniversite okudu ama o Türkçe konuşmak ve öğrenmek, hiç istemedi. İleri yaşlarında da devletin karşı konulamaz o ceberrut gücünü sınadığı yeni bir cehennemle tanıştı: Diyarbakır Cezaevi. Yaz kış, demeden yıllarca o cezaevinin kapısına beni görmek için taşındı durdu. Annemin bildiği iki dil, Kürtçe ve Arapça yasaktı, görüş günlerinde, birbirimizle konuşmuyor, bakışıyorduk sadece.

Ona mutlu bir gün yaşatamadım diye, şimdi çok üzgünüm.. Diğer oğulları gibi uslu durmadım, devlete gücüm yeter sandım ve onu da peşimsıra, belalara, katlanılması zor acılara sürükledim. Umarım beni affeder..

(Değerli okurlar, aşağıdaki yazı geçen yıl yazılmıştı, yeniden okuyup, eskimediğini görünce, yeniden okunmasını istedim.. Acı çeken, yas tutan annelerin, mutlu-mutsuz bütün annelerin, anneler günü kutlu olsun..)

Sevgili Zerdeşt, Sevgili Canan

Engelliler haftası bugün bitti, dün anneler günüydü.

Doğuran, büyüten, seven, acı çeken, yas tutan, annelerin günü.

Sevgili Canan, anneler günün kutlu olsun..

Sevgili Zerdeşt, senin ve arkadaşlarının engelliler günü kutlu olsun.

İkiniz de şimdi çok uzaklardasınız. Size sarılamıyorum bugün, sizi öpemiyorum..

Burada olsaydınız keyifli bir gün geçirecektik..

Dün gecenin yağmuru, sabaha karşı yerini serin bir sabaha bıraktı.

Yağmur yüklü bulutlar dolanıp duruyor gökyüzünde.

Ankara’da olsaydınız, Zerdeşt’in çok sevdiği o pastanede kahvaltı yapar, sonra da hep beraber, bir sinema salonuna dalardık.

‘Can Dostum’ diye yeni bir filmden söz ediyorlar. Seyretmedim henüz, konusunu bilmiyorum, ama filmin afişi konusunu az çok anlatıyor zaten. 

Filmin, Fransa’da gişe rekorları kırdığını söylüyorlar.

‘Can Dostum’un afişinde, tekerlekli sandalyede oturan engelli biri ve onun oturduğu sandalyeyi kullanan siyah derili bir adam görünüyor.

İkisi de kahkahayı patlatmış..

İnsanın içini umutla dolduran bir sahne, ya da film afişi. Kimbilir filmin kendisi nasıldır, nasıl da etkileyicidir, varın siz hesap edin artık..

Burada olsanız belki bu Pazar günü yapılacak en iyi şey, bu filme hep beraber gitmek olurdu.

Belki de usulca yağacak bir yağmur altında ıslanmayı göze alır, Mogan gölünün etrafında yürürdük.

Sonra da gün batarken, Emmo Rıdo’ya gider kebap, şemburek, lebeni ve coket  yerdik.

Celal Güzelses’ten türküler dinler, Zerdeşt’in kendinden büyük arkadaşlarıyla sohbet ederdik.

Cemal amcası, Ferhat, Vahap, Ramazan ve Devrim abisi..

Epey oldu görüşmeyeli, Zerdeşt kim bilir ne kadar özlemiştir kendinden büyük dostlarını, ağabeylerini. Gitmeyeli çok oldu..

Ama siz yoksunuz..

Yaşlanıyorum galiba ve sizin yokluğunuzun bana yaşattığı yalnızlık duygusu ağır geliyor artık.

***

Mardin’e her gidişinizde aynı şeyleri yaşıyorum, yalnızlık bana göre bir şey değil, yalnızlığı eskisi gibi, özlemiyorum hiç.

Uyuduğunuz odanın kapısını dün gece sabaha kadar açık tuttum.

Etrafa sinmiş kokunuzu nefesinizi yeniden hissetmek için.

O odada geçen zamanların hatırası siz yokken de beni hiç yalnız bırakmasın, beni sarıp sarmalasın, bütün evin odalarını, salonunu dolaşsın ve terasın açık kapısından ay ışığıyla aydınlanan geceye bir anda karışıp gitsin diye, birlikte uyuduğunuz odanın  perdesini çektim, kapısını sonuna kadar açtım.

Gece sizin rüyalarınızla geçti. Zerdeşt’i gördüğüm rüyada aklımda kalanı paylaşmak istiyorum bakın, ikiniz de sevineceksiniz buna.

Kötü başlayan ama hayırla biten bir rüyaydı çünkü.

Zerdeşt’le sıcak mı sıcak bir yerdeydik. Şimdi kaldığınız Nusaybin’in o meşhur sıcaklarını aratmayan bir yerdi sanki..

Benim güzel oğlum, bir ara hastalanır gibi oluyordu, dudaklarının kilitlendiğini, gözlerini yumduğunu ve vücudunun kasılıp titrediğini gördüm. Sonra her şey normale döndü. O anda Canan, sen ve ben ikimiz de çok korktuk..

İki yıldır geçirmediği epilepsi nöbeti yeniden başlamasın diye ellerimizi açmış dua ediyorduk.

Dualarımız kabul oldu belki, çünkü duayla beraber bir mucize gerçekleşti birden.

Zerdeşt, derin bir uykuya dalmış gibi sere serpe uzandığı yerden doğrulup o güzelim gözleriyle bize bakmaya başladı. Yüzü bir azizin yüzüne benziyordu ve kardan da beyaz teni ışıl ışıldı..

Belki o da çok korkmuştu. Yalnız olmadığını, hep yanında olduğumuzu anlayınca neşesi yerine geldi.

***

Sevgili Canan,

Uyandığımda bu rüyayı düşündüm. Bu rüya, anneler gününde ikimize sunulmuş bir müjde hayırlı bir haber gibi geldi bana.

Sen ve ben ömrümüz oldukça Zerdeşt’le beraber yaşayacağız, o hiç hasta olmayacak, bir tek gün bile terk edilme korkusu yaşamayacak hiç.

Her sabah onun bildiği ve söylediği birkaç kelimeyle başlayacağız hayata.

Sonra zaman akıp gidecek. Ve akıp geçen zaman içinde, Zerdeşt’in söyleyebileceği kelimeler artacak. Hatta o kelimeler o kadar artacak ki, Zerdeşt o kelimeleri beyninin içinde bir yerlerde daha fazla tutmak istemeyecek ve beyninin içinde saklanıp duran kelimeleri özgür bırakacak. Sonra da, o kelimeleri bir araya getirip bizi kendine biraz daha hayran bırakacak birbirinden güzel cümleler kuracak.

Onun ilk cümleleri, hayata bir ilk adım gibi gelecek bize..

Bir sabah vakti uyandığında, ‘Anne seni çok seviyorum’ diyecek mesela ve koşup kollarına atılacak..

Sevgili Canan,

Rüyalarda hep görülenin tersi olur derler ya.

İşte size, Zerdeşt’in bir daha epilepsi nöbeti yaşamayacağını müjdeleyen bir rüyanın benim aklıma düşürdüğü umutlu şeyler.

Bu sabah erkenden sizin için çiçek almaya gittim.

Papatya satıyordu bir adam.

Bir demet papatya aldım.

Zerdeşt’in geçenlerde sana aldığı kırmızı gülü koyduğumuz vazonun içine bıraktım.

Umarım siz Ankara’ya dönünceye kadar kurumazlar.

Döndüğünüzde Zerdeşt’e vereceğim o papatyaları,  birlikte yaşadığınız, aynı yatakta ve birbirinize sımsıkı sarılarak birlikte uyuduğunuz bu evde, bir demet papatya uzatsın sana ve sonra anneler gününü kutlasın..

Ellerinden öpsün senin..

Sıcaklığını kalbine gömsün..