Dünyayı ve kendimizi yavaşlatabilmek...

Ve hayatı hızını yavaşlatma vakti gelmiştir Ramazan günlerinde.

''Hayatın bütününe baktığımızda, ibadet dediğimiz şeyin aslen hayatı yavaşlatma eylemi olduğunu fark ederiz' diyor Prof. Kemal Sayar. 'Günlük hayatın koşuşturmacaları içinde ibadet için ara veren insan; 'ben bu koşuşturmacadan sıyrılıyorum ve asli varoluşuma dönüyorum' diyen bir insandır. Ramazan, iç muhasebenin yoğunlaştığı, insanın kendi içiyle konuştuğu bir zaman dilimidir. İçiyle konuşuyor olmak, müteal olanla da konuşmaya açık hale gelmektir'' diyor... Hakikaten yavaşlatabildik mi kendimizi ve dünyayı...

Ne kadar zor bir gündemden geçiyoruz oysa. Her şeyin siyaset üzerinden konuşulduğu, siyasetin hayat memat meselesi haline geldiği şu vasatta, sabahtan akşama kadar şiddet ve öfke dolu haberler, kan revan içindeki aile programları derken, gündem adına dokunduğumuz her şey art arda soluyor, değerini yitiriyor sanki... Sözlerimizde gül açmıyor, gözlerimizden alev çakıyor, biz bu hızlı ve ateşli gündemin hipnotize ettiği faniler, nasıl özgürleşeceğiz ki, bizi sıkı sıkıya sarmalamış o kementlerden? Ramazan, dünyanın kementlerinden kurtulma zamanıdır. Hal böyle olunca, Ramazan ayındaki dünyayı yavaşlatma hakikati, gerçek bir meydan okumaya dönüşür...

Çocukluğumdan en çok Arefe günlerinde tutuğum oruçları hatırlıyorum... Arefe günleri bizim için çok özeldi çünkü dedem; kurtların kuşların bile o gün oruç tutacaklarını söylerdi bize. Biz de kız kardeşimle çeşmelerin, ağaçların başında nöbet tutardık, kuşlar su içecek mi, meyvelere konacakları mı diye. Gün boyu kardeşimle hayvanların peşinde gezinirdik bu şekilde. İftar vakti geldiğinde ise per perişan yorgun düşerdik, dedem; 'oruçlarınızı bana satar mısınız' derdi. Omuzlarımızı kaldırıp, 'hayır' derdik. Sonra ceplerinden çikolatalar, meyveler, çikletler, şekerler çıkartırdı. Kardeşimle birbirimize bakışıp, satardık biz de oruçlarımızı.. Tarçınlı akide şekerlerini özellikle tabağımızın kenarına dizer, ben orucumu bununla açacağım, arkasından bunu yiyeceğim diye bir bir sıralardık dedemizin verdiklerini. Tam iftar vakti hem tabiata, hem insana çöken o sekineti hatırlıyorum. Sanki düya uslu bir çocuğa dönüşür o demde. Herkesin evlerine çekildiği zamandır, beklemeye koyulduğu anlardır. O sessizlikte top patlardı iftar vakti girince. Camimizin bahçesinden atılırdı, gümm.... ateşini bile görürdük. Sanki kalbimiz sevinçten patlardı. İftar açılırken su, o güzelim su, sanki cennetten dökülmüş bardaklarımıza. Nasıl da güzel bir heyecandı bu bizim için.

Ramazan; Yakınlaşma ayıdır. Paylaşma, ikram etme, buyur etme, yedirip içirme ayıdır, infak ayıdır... Ramazan; Allaha yakınlaşma, kendi kalbimize yakınlaşma, ölüme, hatıralara, çocukluğumuza yakınlaşma imkânıdır. Ramazan ayının gelmesiyle gözümüzden bir perde açılır, hakikatleri daha kolay seçme şansı verir bu bize. Geçen Ramazan ayında aramızda olup da şimdi olmayanlar var, deriz. Bizler bu Ramazan'a eriştik, bir dahakine nerede oluruz belli değil, diye düşünürüz. Ve hamd ederiz oruç günlerine eriştiğimiz için. Dünya, yolculuğumuzun gelip geçici bir durağıdır. Biz de bu duraktan geçiyoruz. Şahsen duam; bu duraktan ayrılacağım günün bir Ramazan günü olmasıdır, ruhum O'na, bir Ramazan günü teslim olsun. Eve geri dönüş günüm bir Ramazan gününe denk gelsin dilerim...

Ve hayalimde bir iftar sofrası, upuzun... Annem, babam, halalarım var, ninelerim, dedelerim var.. Ahiretteki ruhlarım.. Sonra çocuklarım ve kardeşlerim, dostlarım, bütün özlediklerim, üzerimde emeği olan herkesle bir arada olacağım bir iftar masası isterdim. Belki cennette böyle uzun sevgi sofraları vardır. Ama benim hayalimdeki bu uzun sofra, şöyle serin ve yüksekçe bir yerde, bir çayırda olacaktır mesela. Ayaklarımız yeşilliklere değecek. Üzerimizde hışırtılı ağaçlar olacak. Hava ılık. Upuzun sevgi dolu, muhabbet dolu bir sofra...

Ramazan ayında, Müslümana has hakikatler âlemine dönmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ailemizi, akrabalarımızı, komşularımızı, dostlarımızı yeniden keşfetmemiz gerek. Çok büyük ve değerli sosyal farkındalık projelerinin içindeyiz, büyük siyasi söylemlerin devasa dalgaları arasındayız. Bunların varlığı, bizi ve küçük gerçeklerimizi yutmamalı, en yakınımızdakileri ıskalamakla sonuçlanmamalı. Mesela üzerimizde çok hakkı olan öğretmenlerimizi, komşularımızı, bize emek veren insanları yeniden keşfetmek ve onlarla yakınlaşmak için bir fırsat olarak görülebilir Ramazan ayı.

Unutmayalım ki burası dünyadır. Suları bir türlü durulmaz. Duru su; belki bir hastanın duasındadır. Belki helalleşilmiş bir yolcunun el sallayışında, belki bir servi ağacına takılı özlem dolu duada, yoksul bir dulun tebessümünde, bir yetimin gülen gözlerinde, kapımızı çalan tanrı misafirinde, sımsıcak pide kokusunda, iftar masasında bekleşen öğrencilerin nefeslerinde...

Ramazan bir merhamet mihrakıdır. Bir himaye eylemi, arınma bilgisi, infak yağmurudur Ramazan... Gerçek gündemimizi kaçırmayalım...