Onların isimlerini bilmiyorum. Suriye’nin isimsiz kadınları onlar.
Fotoğraflarını “duvarın önündeki kadınlar” olarak kaydettim arşivime.
İHH’dan arkadaşım Avukat Gülden Sönmez yollamış ilk fotoğraflarını: Suriye’deki cezaevlerinden az önce çıkarılmış 2 bin 130 tutuklunun arasındaki o kadınlar... 76 kişiler.İçlerinde orta yaşlılar, daha gençler hatta lise öğrencisi olacak yaştaki kızlar var, en küçük esir 15 yaşındaymış...
Duvarın önüne dizilerek çıkışı bekleyen kadınlar...
Arka arkaya, yan yana. Başları duvara dönük. Deklanşöre bakmak istemeyen kadınların deklanşöre niçin bakmak istemeyeceklerini bilecek kadar yaşadım bu dünyada.
Bir soru işareti. Size, bize, hepimize, vicdanlarımıza yönelik bir soru işareti gibi başları öne kıvrılmış kızlar... Az evvel ağlayıp da bitirdikleri için mi tüm dertlerini, bu kadar çökmüş gözleri?
Duvarın önündeki kızlar...
Sessizce sıralarını bekleyen, dünyanın duymadığı sesleriyle ses duvarını aşan kızlar. Bir takas odasındalar. Arafta gibi, ortada asılı bir yerde.
Gülden Sönmez’e soruyorum sesim titreyerek: “Nereye gidecekler?”
Kimisinin ailesi yok artık. Kimininkisi kimbilir hangi sürgünde, hangi mülteci kampında. Hangi tarafta, hangi adreste, hangi çıkış kapısında gidecekleri yer?
Duvarın önünde ayakta duracak takati bile olmayan bir başka mahkum kadın... Battaniyeye sarmışlar onu. Yenleri yırtık bir pijama var sanki üstünde. Saçları dağınık, hafifçe ak düşmüş alnına, kaç yaşında acaba? Otuzunda da olabilir veya sekseninde de. Elli yıllık bir bir farkla geliş gidiş yapabilir onun yüzündeki tüm tahminleriniz... Gözlerinin altı buruşmuş, ağlamaktan mı, daha çok karanlık bir sinema salonundan az evvel çıkmış gibi, hücrede miydi acaba? Ne kadar zayıf, erimiş bir mum gibi. İHH Başkanı Bülent Yıldırım’a zayıf elleriyle bir şeyler anlatmaya çalışıyor.
Ayakta duran bir başka kadınsa, sırtında erkek montuna benzer bir şey var, ne fark eder ki ne giydiği, soğuk mu acaba, iki kat bir şeyler sarmış başına, dudaklarına gitmiş sağ eli, tam bir şey söyleyecekken insan vazgeçer ya öyle, donmuş, susmuş. Bülent Yıldırım’ın artık ne dinliyorsa duvarın önündeki kadınlardan, kaşları sağa sola yıkılmış, yüzü düşmüş, beti benzi ağarmış, dönüşte işittiklerinin hepsini bize anlatmayacağı kesin, ama ben onun anlatamayacaklarını da anlayacak kadar yaşadım şu dünyada...
Kahroldum. Eridim. Hangi eziyetler, işkenceler kadınları, kızları bu hale getirebilir ki?
***
İHH, “insani diplomasi” çerçevesinde, Suriyeli taraflar arasında gerçekleştirdiği bir anlaşmayla, muhaliflerin elindeki 48 İranlı’yla, rejimin cezaevlerinde tuttuğu 2 bin 130 Suriyeli sivilin karşılıklı olarak serbest bırakılmasında görev yaptı... 48’e karşı 2130 olduğuna göre, muhaliflerin elindeki İranlı esirlerin pozisyonu önemli. Ya Esad rejiminin cezaevlerinde tuttuğu bu kadınların, genç kızların suçu neydi? Serbest kalan erkeklerin fotoğraflarına da bakıyorum, sırtlarında atletler var, kimisi fanilayla çıkmış kış gününde dışarı. Adem Özköse’den dinlemiştim cezaevi koşullarını, burada paylaşamayacağım kadar zalimce...
***
“İnsancıl Hukuk” Uluslararası hukukun geldiği çok önemli bir aşama. Savaşta uygulanacak hukuk demek insancıl hukuk. Yani savaştayken bile bizi bağlayan bir hukuk var demektir bu. Artık “insan hakları” söylemi de aşama kaydetti. “İnsan Onuru” dediğimiz daha somut bir tanımı işaret ediyor son evrensel belgeler. İHH’nın “insancıl diplomasi”ye işaret etmesi de bu yüzden. İnsan hakkı gibi soyut bir idealden insan onuru gibi müşahhas bir zemine geçiş. Savaş şartlarında insan onuruna has diplomasiden bahsediyor İHH...
“Suriye için 1 ekmek + 1 battaniye”ye, +1 özgürlük ekliyor.
Bu yeni bir içtihat açıyor, insani yardımlaşma bahsinde: “Özgürlük kadar kıymetli bir insani yardım olabilir mi?” diye soruyor İHH...