Ecdadýmýzý Koruma Kanunu

Muhteþem Yüzyýl” dizisi üzerine baþlayan tartýþma devam ediyor. Ancak ilk baþta eleþtiri düzeyinde ifade olunan (ve benim de kýsmen katýldýðým) muhafazakâr tepkiler, AK Parti milletvekili Oktay Saral’ýn giriþimi ile “hukuki” bir boyut kazandý. Çünkü Sayýn Saral, RTÜK yasasýna þöyle bir maddenin eklenmesini önerdi:  

Toplumun milli deðerleri içinde kabul edilen tarihi olaylarý ve þahsiyetleri küçük düþüren, aþaðýlayan, çarpýtan veya olduðundan farklý þekilde gösteren nitelikte [yayýn] olamaz.”

Yani, eðer bu öneri kabul olursa, “Kanuni’yi olduðundan farklý þekilde gösteriyorsunuz” diyerek Muhteþem Yüzyýl’a ve benzeri yapýmlara sansür veya yasak konabilecek.

Bir tür “Ecdadýmýzý Koruma Kanunu”muz olmuþ olacak, bir diðer ifadeyle.

Ve bu, “Atatürk’ü Koruma Kanunu” kadar otoriter olmasa da (çünkü orada beþ yýla kadar hapis cezasý öngörülüyor), yine de otoriter ve dolayýsýyla yanlýþ bir iþ olacak.

Neden mi?

‘Tarihin doðrusu’

Evvela kanunda geçen “aþaðýlama” kavramýný ayýralým. Buna itirazým yok. Yaþayan insanlarý aþaðýlamak yasalarýmýza göre suç olduðuna göre, ölmüþ insanlara hakaret de pekâlâ suç sayýlabilir.

Örneðin II. Abdülhamid’in torunu olan Þehzade Orhan Osmanoðlu, Osmanlý sultanlarýný açýkça tahkir eden ulusalcý bir akademisyene hakaret davasý açtý. Ben de bunu haklý buldum.

Fakat önerinin “aþaðýlama”dan gerisi çok sorunlu. Çünkü subjektif kanaatleri objektif hakikatler gibi dayatma riski içeriyor.

Toplumun milli deðerleri içinde kabul edilen tarihi olaylar ve þahsiyetler”in kim olduðu, örneðin, son derece subjektif. 

Sultan Vahdettin’i, söz gelimi, bazýlarýmýz “vatan haini” diye bilir, bazýlarýmýz da “Mustafa Kemal’i Samsun’a gönderip Kurtuluþ Savaþý’ný baþlatan kahraman” olarak.

Ne yapacaðýz bu durumda? RTÜK içinde oylama mý yapýlacak, “Vahdettin milli deðerlerimiz içinde midir” diye?

Yahut Lozan Antlaþmasý, “toplumun milli deðerleri içinde kabul edilen tarihi olaylar”dan biri sayýlacak mý?

Eðer öyleyse Lozan’ý göklere çýkaranlarý mý yasaklayacak RTÜK, veya onu “hezimet” diye yere batýranlarý mý?

Resmi kurumlar mý belirleyecek “doðru görüþ”ün ne olduðu?

Öneride geçen “çarpýtma veya olduðundan farklý þekilde gösterme” ifadesi, ne yazýk ki tam da bunu ima ediyor. Tarihin “doðrusu”nun devlet tarafýndan bilindiðini ve topluma dayatýlabileceðini varsayýyor.

Oysa her konuda olduðu gibi tarih konusunda da kanaatler ve algýlar muhteliftir. (“Ýþin doðrusu” gayptýr; zamandan münezzeh olan Allah tarafýndan bilinir sadece.) Biz insanlarýn yapabileceði en doðru iþ, araþtýrma, tartýþma ve karþýlýklý eleþtiri yoluyla doðruya yaklaþmaya çalýþmaktýr.

Yasaklar ve özgürlük

Aslýnda mesele sadece Muhteþem Yüzyýl dizisi veya RTÜK kanunu deðil. Asýl mesele, hoþa gitmeyen tasavvurlarýn, fikirlerin ve felsefelerin karþýsýnda ne yapmak gerektiði.

Türkiye’deki Kemalist gelenek, bu soruya “yasak”la cevap verdi ve bu yüzden de diðer toplum kesimlerini seksen küsur yýl boyunca ezdi. Ancak bununla kalmadý; “yasakçý kültür”ü bu öteki kesimlere de bulaþtýrdý.

Muhafazakârlar da, ne yazýk ki, bu problemden tümüyle âri deðiller. (Kimi “liberaller”in bile olmadýðýný, bilhassa milliyetçi fikirlere karþý yasakçý olabildiklerini belirtmeliyim.)

Oysa özgürlükçü bir muhafazakârlýk da mümkündür. Hoþa gitmeyen þeyleri yasaklayarak deðil eleþtirerek ve onlardan daha iyisini üreterek karþýlayan bir muhafazakarlýk...

NOT: Söz konusu özgürlükçü dindar çizginin en iyi temsilcilerinden biri olan Hilal Kaplan’a karþý, otoriter dindarlýðýn alamet-i farikasý olan bir çevrenin yürüttüðü karalama kampanyasýný kýnýyor, verdiði olgun ve ilkeli tepki için de Hilal Kaplan’ý kutluyorum.