Edepli olmayı mahkemeler mi öğretecek size?

Konu Fazıl Say’ın değeri ve bu dünyada kapladığı yer değil... Değere ilişkin bir tartışma yapmıyoruz.

Kaldı ki, “Fazıl Say hiçbir şeydir” derseniz, size gülerler.

Çok şeydir...

Mühim bir adamdır.

Hususiyetleri saymakla bitmez.

Militan çağdaşçıların “Fazıl say say bitmez” diye kafa ütülemeleri, olsa olsa, onların görgüsüzlüğüne, pişmemişliğine, hatta cehaletine işaret eder.

Biliyoruz Fazıl Say değerlidir, mühimdir, olağanüstüdür, eşi menendi yoktur.

Hatta, daha da ileri gidebilirim:

En iyi Bach yorumcularından biridir.

Bu konuda bazı rezervlerim de var; okuduklarımdan ve istihbar ettiklerimden “en iyisi olmadığını”, bazıları nezdinde bir “Glenn Gould imitasyonu” sayıldığını yazıp duruyorum ama bunlar Fazıl Say’ın değerinden eksilten şeyler değil.

Gerçekten de mühim bir adamdır.

Bu konuda anlaştık mı?

Fakat sorun, Fazıl Say’ınızın (hadi Fazıl Say’ımızın diyelim, ötelemeyelim) üslubundan ve kavrayışından kaynaklanıyor...

Ne yazık ki, problemli bir arkadaşımızdır.

Kabadır.

Nobrandır.

Reaksiyonları çocukçadır.

Sosyal medyada etmiş bulunduğu laflar başına iş açacaktı.

Nitekim açtı.

Bana sorsalardı, “Bu laflar bir cezalandırmayı, bir hukuki yaptırımı gerektiriyor mu, gerektirmeli mi?” diye.

Hiç düşünmeden “lüzum yok” derdim.

Bu benim bakışım. Tolere edebilirim. Tolere edilmesi gerektiğini düşünürüm. Çocukluğuna ve pişmemişliğine veririm. “Yaptı bir cahillik, tepkilerden sonra aklı başına gelmiştir, bir daha yapmaz” der geçerim.

Fakat, Fazıl Say burada durmadı.

Reaksiyonlara daha sert, daha acıtıcı, nasıl derler “masuniyetinin sağladığı” özgüvenle daha çirkin karşılıklar verdi ve en toleranslı muarızlarına bile, “Ne yaparsın, huylu huyundan vazgeçmiyor” dedirtti.

Hadi “cennet”, “cehennem” ve Ömer Hayyam bahislerini geçelim...

Ömer Hayyam’dır...

Bir alışkanlıktan, bir kavrayıştan, dinsel ve tarihsel bir masuniyetten gelmektedir.

İyi de, “Ne kadar hırsız, yavşak varsa, hepsi Allah’çı” demek de ne oluyor?

Hakkını mahkemede arayan insanlara “it, kopuk” diye saydırmak da ne oluyor?

İlgili mahkemeyi, “saçma sapan mahkeme” diye aşağılamak da ne oluyor?

Burada bir problem yok mu?

Bize Fazıl Say’ın değerine ilişkin göz yaşartıcı örnekler sunan “militan çağdaşçılarımız”, hadi bırakalım problemi, burada en azından bir çocukluk ve pişmemişlik görmüyor mu?

Bir de buyuruyor ki muhteremler, “Fazıl Say düşündüğü için başına bunlar geldi...”

 

Hayır, düşündüğü için değil...

Bilakis “düşünmediği”, düşünmeyi zül addettiği ve bazılarının kutsal bildiği değerlere küfrettiği için bunlar başına geldi.

Daha önce de yazmıştım.

Ben Fazıl Say’ın yerinde olsaydım, seçkinliğimin, başarımın, dünya ölçeğinde tanınır bir sanatçı olmamın, Kemalizm’e imanla bağlanmamın bana bir “imtiyaz” getirmediğini düşünür, küfretmezdim.

Küfrediyorsam da, kuzu bedelini öderdim.

Bu bedel doğrultusunda Fazıl Say beş yıl “denetim” altında tutulacak.

Hapse atmıyorlar, korkmayın...

Beş yıl boyunca kimseye küfredemeyecek. Ceza bu...

Mesela, “Ne kadar hırsız, yavşak varsa, hepsi Allah’çı” diyemeyecek.

Farklı müzik beğenilerine sahip insanları “yavşaklıkla” itham edemeyecek.

Haddini, hududunu ve edebini bilecek.

Siz Fazıl Say’a verilen cezayı bırakın, “mahkeme eliyle gelen nezaheti” tartışın.

Deyin ki, “Sanatçı zaten nezihtir. Nezih olmalıdır. Bunu mahkemelerden öğrenmemelidir...”