"Aydýn Didim Tekaðaç Burnu güneybatýsýnda 12 Kasým 2015 tarihinde gece saat 04.19’da Yunanistan Sahil Güvenlik ekipleri tarafýndan mültecilerin bulunduðu lastik bot batýrýldý. Lastik botu patlatan Yunan Sahil Güvenlik ekipleri bölgeden hýzla uzaklaþýrken, yaklaþýk 58 mülteci Türk Sahil Güvenlik ekipleri tarafýndan son anda kurtarýldý.”
Medyada yukarýdaki satýrlarla yer alan haber, sadece yaþanmakta olan trajedinin bir yüzünü göstermiyor, ayný zamanda küresel tefessühün de kirli yüzüne ýþýk tutuyor. Zira bugün baþ baþa kaldýðýmýz krizin ve trajedinin bütün unsur ve aktörleri bu facia giriþiminde gizli. Benzer þekilde küresel anlamda derinleþen siyasetsizlik ve nihilizm de, savaþ gemisindekilerin denizin ortasýnda iþledikleri cürümde bulunabilir.
Yaþanan manzara, insanlýk tarihi açýsýndan yeni bir duruma iþaret etmese de, açýk bir ahlaki ve siyasi iflasýn kayda geçmesi anlamýna geliyor. Burada yeni olan durum, bütün dünyaya vaaz edilen siyasi doðruculuðun ve küresel ahlakýn sahiplerinin sinir bozucu ikiyüzlülüðüdür. Zira bu yönüyle, aleni bir þekilde diktatoryal ve her anlamda iflas etmiþ yönetimlerin iþlediði cürümlerden bile ahlaki tutarlýlýk anlamýnda negatif olarak ayrýþmaktalar.
Denizin ortasýnda, kapasitesinin birkaç katý insanla çaresizliðe gömülmüþ bir botta bulunan mültecilerin, kendilerine yanaþan dev savaþ gemisinin ýþýklarýný gördüklerinde hissettikleri ile botlarýnýn ayný gemiden uzanan mýzrakla delinmesi arasýnda kalan süreç, son yýllarda farklý coðrafyalarda deðiþiklik göstermeyen Batý müdahalelerine benziyor.
Sadece Suriye dramý ele alýnsa, Batý’nýn krizle kurduðu iliþkinin tekrar eden bir þekilde Ege Denizi’ndeki manzara olduðu görülecektir. Mýsýr’da darbe sonrasýnda yaþanan cürümlerin, Filistin’de bitmeyen katliamlarýn, Irak’ta artýk kanýksanmýþ zulümlerin sonrasýnda Ege’deki gemi hep göründü ve maalesef netice deðiþmedi.
Ege’deki cürümde trajik ve ironik olan bir diðer durum ise Kuzey’in ikiyüzlülük hikâyesine dönüþen, ‘deðerlerinin kaynaðý olarak gördüðü Yunan’ýn müdahalesidir. Bu müdahalelerde, bütün Batýlý deðer setinin referans kaynaðýnýn Ege’de neyi ve kimi gömdüðü meþkûktur. Zira batan basit bir bottan ziyade küresel ahlaki ve siyasi tefessühün bizatihi kendisidir. ‘Büyük Yunan hikâyesi’ gecenin karanlýðýnda mültecilere uzanan mýzraða dönüþmüþtür.
Bu durumun, DAEÞ’in küresel ve bölgesel aktörlerin arzuladýðý en dehþet sinematografik þiddet görüntülerinden bir farký bulunmamaktadýr. Ýnsanlýk; denizin ortasýnda onlarca insaný karanlýða gömen barbarlýkla, bir düzine insanýn kafasýný kesen kanlý görüntüler arasýnda bir tercihe mahkûm edilmek istenmektedir.
Bu duruma direnen Türkiye ise her iki vahþetin aktörlerinin canýný fazlasýyla sýkmaktadýr. Tam da bu sebepten dolayý Türkiye’ye, yalnýzlýk yaftasýndan kurtulup ‘insanlýðýn yalnýzlýðýna’ terfi etmesi teklif edilmektedir. Türkiye’nin reddettiði rütbe iþte budur.
Burada mesele sadece ahlaki bir savrulma deðildir. Ýnsanlýðýn tarihi bu veya çok daha zalimane hatýralarla doludur. Burada isyan edilmesi gereken nokta, cürmü iþleyenlerin ayný zamanda küresel entelektüel vandalizmleriyle sürdürdüklerini düþündükleri ‘ahlaki üstünlük’ ve vaaz ettikleri etik deðerlerdir.
Gelinen noktada, DAEÞ’in ahlak ve hukuk kapasitenin bile altýna düþtüklerinin en açýk delillerinden birisi Ege olmuþtur. Türk Sahil Güvenliði denize dökülen mazlumlarý kurtararak sadece mültecilere el uzatmamýþ, ayný anda insanlýðý da kurtarmýþtýr.