Eğitim planlaması çok mu anlamlıdır?

Türkiye İstatistik Kurumu detaylı işsizlik verileri açıkladıkça, detaylar işsizlerin diploma dağılımlarına kadar indikçe, bizde adettir, gündeme hemen egitim politikaları fikri gelir.

Çünkü, işsizlerin arasında çok sayıda diplomalı, üniversite mezunu kişi de vardır.

Bu durum birilerine göre çok can sıkıcıdır ve hemen düzeltilmesi gerekir.

Çözüm asla üniversite mezunu işsizlerin nitelik meselesinde, o diplomaların evrensel anlamda ne kadar diploma olduğunda da aranmaz.

Öneri, reçete çok basittir bu arkadaşlar için.

Devletin bir yerlerinde birileri, çok merkezi bir beyin, önümüzdeki yirmi ya da otuz sene içinde Türkiye ve dünya ekonomisinin nasıl bir görünüm alacağını, hangi mesleklere, hangi sektörlere talebin daha artacağını çok düşük hata paylarıyla öngörecekler, bu öngörülere yani hangi sektör kimleri ne kadar istihdam edecek sorusuna doğru cevap verildiğinde de, üniversitelerin ilgili bölümlerinin kontenjanlarını ona göre ayarlayacaklar, bu bölümlerden mezun olan gençler de, yaklaşık hatasız öngörülmüş sektörel gelişmeler doğrultusunda ilgili sektörlerde iş bulacaklar.

Mükemmel bir hayat, mükemmel bir planlama mantığı, diplomalı işsizlerin adeta sıfırlandığı bir dünya.

Ancak, kazın ayağı tam da öyle değil.

Hayat, ekonomi, sektörel gelişmeler bu kadar doğrusal, bu kadar öngörülebilir pek değil.

Çok değil, otuz sene önce, hayatımızda cep telefonları, iPad’ler, kişisel bilgisayarlar, internet yoktu.

ABD Silicon Valley’de birileri bir şeyler buldu, bu buluşlarla beraber dünya ekonomisi, sektörel gelişmeler çok farklı evrilmeye başladı.

İnternet öncesi dünyanın tüm sektörel öngörülerinin bugünkü yeri çöp kutularıdır.

Bugün yapılan sektörel öngörülerin de yarın nasıl duvarlara çarpacakları bir ölçüde belli, çünkü teknolojinin değişim yönünü öngörmek, kestirmek adeta imkansız ve teknoloji gelişmeleri her şeyi köktenci bir biçimde değiştiriyorlar.

Bu temel gerçek, kanımca, eğitim planlaması kavramını yani gelecek dönemlere ilişkin sektörel gelişmelere bağlı beşeri sermaye üretme projelerini tamamen havada bırakıyor.

Peki ne yapmak lazım?

Bugünden yaklaşık yirmi, hatta otuz sene sonra işgücü piyasalarında olacak kişileri yetiştiren üniversitelerin fakülte, bölüm kimlikleri, kontenjanları nasıl saptanacak?

Gerçekten çok zor bir sorudur bu.

Kanımca bu zor sorunun yanıtı üç seneye inecek lisans programlarını birer meslek diploması olmaktan çıkarmaktan, öğretimi çok daha esnek, disiplinlerarası bir yapıya kavuşturmaktan geçiyor.

Lisans programlarında öğrencilere makina mühendisliği, elektrik mühendisliği, iktisat, hukuk öğretimi yerine ilgili alanların en temel bilgileri verilmeli, en azından iki yabancı dil ve eleştirel düşünce öğretilmeli, gençler çağın baş döndürücü sektörel gelişmelerine ayak uyduracak bir esnek müfredat kavramı içinde yetiştirilmelidir.  

Üç sene lisans aşamasında temel bir öğretim alan genç mesleki uzmanlaşmayı üç artı 2 (belki artı üç) modelinin artı iki ya da üç bölümünde gerçekleştirmeli, daha teknik bilgi ile bu aşamada tanışmalıdır.

Bu konuya, çok önemli buluyorum, önümüzdeki haftalarda tekrar döneceğim.