Eser KARAKAŞ
Eser KARAKAŞ
ekarakas@stargazete.com
Tüm Yazıları

Ekonomi, Taksim Meydanı, olgular ve algılar

İnsanların, ve bu insanların başında da muhtemelen her cenahtan siyasetçiler geliyor, en büyük yanılgıları ekonomide dün olabilmiş olanların, bugün de olabileceğini zannetmek galiba.

Dün, mesela 50’lerde, 60’larda, belirli küresel, ulusal ilişkiler çerçevesinde yaşanmış, yaşanabilmiş olanların çok daha farklı küresel, ulusal koşullarda yaşanabileceğini zannetmek çok büyük bir hatadır.

Güney Kore iktisadi büyüme serencamı en iyi örnektir.

50’lerde, 60’larda, 70’lerde Güney Kore ülke içinde çok otoriter bir rejim ile birlikte, iç piyasayı, çok düşük reel ücretlerle, daraltıp ihracat çekişli bir büyüme, sermaye birikimi modeli benimsedi.

Türkiye ise aynı senelerde ithal ikameci bir modeli benimsedi, ithal ikamesine dayalı bir sermaye birikim modeli iç piyasanın canlı olmasını gerektirdiği için de güya demokratik, Milli Güvenlik Kurulu garabetini anayasal sisteme sokan, ama sendikaları yani ücretleri belirli bir süre güçlü tutan, çünkü ithal ikameci modelin ürettiği ama asla ihraç edemeyeceği malları bizlere sokuşturmak için, sol gösterip sağ vuran  bir Anayasayı (1961) benimsedi.

Bu iki farklı tercihin, iki farklı sermaye birikim modelinin sonuçları da yaklaşık yarım asır içinde ortaya çıktı, Güney Kore’nin kişi başına düşen milli geliri otuz bin doları arkada bırakırken Türkiye on bin doları ancak yeni aşabildi.

Bu süreçleri, mukayeseli olarak, iyi izlemek, iyi öğrenmek zorundayız.

Ancak, Güney Kore deneyiminin, Türkiye’nin ithal ikameci deneyiminden bahsetmiyorum bile, 2010’larda, 2020’lerde yeniden yaşanabileceğini düşünmek bile çok büyük bir hata olacaktır.

Bu çerçeve dönüşümünün en temel nedeni sermayenin son yirmi senede kazandığı çok büyük seyyaliyet (mobilite, akışkanlık) ve ilave olarak da bir dizi faktörün sonucu olarak (yaşlanan nüfusa paralel olarak emeklilik fonları, enerji fiyatlarının yüksekliği) küresel düzeyde çok büyük fonların oluşması, bu fonların da güvenli yatırım yeri araması.

Güvenli yatırım yeri aramak, başka bir ifadeyle, küresel anlamda en ileri düzeyde demokrasi ve hukuk devleti aramakla eş anlamlı.

Günümüzde iç piyasayı daraltıp, yani ücretleri aşağıya çekerek, ihraç edilebilir mal ve hizmet fazlası üretmek, bunun üzerinden bir sermaye birikim modeli aramak artık hiç anlamlı değil, olanaklı da değil.

Yazımın özünü bir cümle ile özetlemek isterim: İktisadi büyümenin en önemli girdisi bugün hukuk devletidir, demokrasidir.

Küreselleşme süreci mal ve hizmetlerin küresel dolaşımından ziyade sermayenin küresel dolaşımını hızlandırmaktadır.

Unutmayalım, bundan sonra mal ve hizmetler tüketim alanlarına en yakın yerlerde üretilecekler, Çin’de üretilen malların ABD piyasasında satılması yerine Çin malları muhtemelen büyük ölçüde de çin sermayesi ile ABD’de üretilecekler.

Bu süreci iyi görmek, iyi öngörmek zorundayız.

Büyük vergi matrahları, üretici sermaye evrensel hukukun en iyi yerleştiği, demokrasinin en ileri olduğu yerlere, ülkelere, bölgelere akacak.

Sermaye 21. Yüzyılda ucuz emek değil, hukuk, güvence, mükemmel mülkiyet hakları arıyor ve arayacak.

Çok önemli vergi matrahlarının yerleşmek için yöneldiği, sermayenin gitmekte tereddüt etmediği ülkeler, bölgeler 21. Yüzyılda daha hızlı büyüyecekler.

Yani hukuk devleti ve demokrasi ama evrensel standartlarda hukuk devleti ve demokrasi büyümenin, refahın, istihdamın motorları olacaklar.

Bu süreçlerde ülkelerin kurumsal hukuk yapıları kadar, yani olgular kadar algılar da çok önemli rol oynayacaklar.

Son Taksim olayları, bu süreçte kamu yöneticilerin, siyasetçilerin (her siyasal oluşumdan), bürokratların, en önemlisi de muhtemelen basının dili, oluşturdukları algılar kurumsal olguların da çok gerisinde kaldı.

Kendi ayağına kurşun sıkmak bu mu demek acaba?