Ekonomiye şaşı bakmak

Daha önce Standart&Poors’dan, daha sonra da Moody’s’den gelen olumlu haberler.

Şubat ayı son itibariyle senelik cari açığın elli milyar doların altına inmiş olması ama aylık rakamın beş milyar doların üzerinde oluşu.

Bu haberlere yapılan yorumlara baktığımda doğrusu çok şaşırıyorum, ekonomiye, bir dizi nedenden çok şaşı baktığımızı görüyorum.

Türkiye ekonomisini ve daha da önemli olmak üzere dünya ekonomisini hem büyüklükler hem de kurumsal gelişmeler açısından iyi izleyen biri bu gelişmelere nasıl bakmalı?

Derecelendirme kuruluşlarından gelen olumlu haberler ve cari açığın yıllık bazda eli milyarın altına düşmüş olması (milli gelirin yüzde altısı dolayı) aslında aynı madalyonun iki yüzü.

Derecelendirme kuruluşları bir ülke ekonomisinin genel sağlık düzeyine pek bakmazlar, sadece yabancı yatırımcının riskini ölçerler, bu ikisinin uzun vadede paralel gittiğini söyleyebilirsiniz ama kısa ve orta vadede aynı şey olmayabilir, ulusal para biriminin değer kaybetme ihtimalini değerlendirirler, yabarcı yatırımcı için önemli olan da budur, bu da cari açığın yarattığı riske, finansman biçimine sıkı sıkıya bağlıdır.

Cari açık azaldıkça, ulusal paranın değer yitirme ihtimali azalır, derecelendirme kuruluşları da puan arttırma yoluna gidebilirler, bu da çok kötü bir şey değildir, daha çok yatırım gelebilir.

Ancak, cari açığın azalma trendi bizim ülkemiz için acaba o kadar sevindirici bir konu mudur?

Kimse kendini aldatmasın, başka nedenler de, mesela ithalatın yerli üretimle ikamesi gibi, icat etmesin, cari açığın temel düşme nedeni büyüme oranının azalmasıdır.

Büyüme oranı yani üretim düşünce daha az enerji, daha az hammadde, daha az ara malı ithal ediyoruz, cari açık da azalıyor; ihracat artışının ithalat artışının üzerinde seyretmesi iyi bir haber ama bu da düşen büyümeye endeksli bir gelişme.

Oysa, Türkiye ekonomisinin, malum nedenlerden, işsizlik, fakirlik, bölgesel dengeler, gelir bölüşümü, vs. yüzde altının üzerinde büyüme oranlarına ihtiyacı var.

Ve aslında, bu büyüme sorununu çözmeye yönelik reçete çok basit bir reçete.

Kamu maliyesi disiplininden hiç taviz vermeyeceksiniz, bunun dışındaki genişletici iktisat politikası enstrümanlarını frenlemeyeceksiniz, Merkez Bankası talebi dizginlemek için ek önlemler almayacak, iç talep zaten canlı, ihracatlarımız dış piyasalara çok başarılı çıkarmalar yapıyorlar, ekonominin potansiyel büyüme oranlarına izin vereceksiniz.

Bu aşamada eski kafa iktisatçılar iki soru sorabilirler; cari açık ne olacak, tasarruf oranımız bu büyüme için yeterli mi?

Aslında bu iki soru da aynı şey; cevabı da iktisatta değil, hukukta.

Sayın Ali Babacan bu sorunun çok iyi farkında ve her fırsatta Türkiye’nin temel sorununun hukuk devleti olamamak olduğunu ifade ediyor.

Türkiye ekonomisinin temel formülü belli.

İç talep zaten, Merkez Bankası önlemler almaz ise, çok fena değil, ihracatçılarımız dış talep buluyorlar, ekonomi hızlı büyüyecek, milli gelirin yüzde altısınn da üzerinde cari açık üretecek ve Türkiye bu cari açığı yabancı yatırımlarla finanse edcek.

Orta vadede başka çözüm yok.

Tasarruf oranımızın yetersizliği bir gerekçe olamaz zira artık ulusal tasarruf oranı değil önemli olan; belirleyici olan küresel tasarruf havuzunuzdan, hukuk devletinizin düzeyi ölçüsünde, ne kadar tasarruf çekeceğiniz.

Küresel tasarruf havuzundan daha fazla küresel tasarrufu ülkenize çekebilirseniz, bu süreci kalıcı kılabilirseniz, cari açık da, ulusal tasarruf oranınızın yetersizliği de önemini yitirecektir.

Ekonomide söylenenleri terse çevirelim.

Cari açığın düşmesi iyi bir şey değildir; tasarruf oranızın yetersizliği de belirleyici değildir.

Önemli olan yüksek büyüme oranları ve bunun yaratacağı cari açığı, nitelikli bir hukuk devleti temelinde, daha fazla yabancı tasarrufla finanse etmek.

İş bu kadar basit; önemli olan iç barışı sağlamak, Türkiye’nin adını savaşlarla beraber geçirmemek ve en üst düzey bir hukuk devletini inşa etmek.