Ömer Ekinci
Ömer Ekinci
oekinci@stargazete.com
Tüm Yazıları

''El alem ne der hapishanesi''

İnsanları incelemeyi, analiz etmeyi seven benim gibiler için havaalanları adeta bir açıkhava laboratuvarıdır. İnsanların en yorgun, en stresli, en karmaşık hallerini görür, kuşuçuşu 1 saat mesafedeki iki ülke insanlarının aynı olaylara ne kadar ilginç, ne kadar farklı tepkiler verebildiğine şaşırırsınız.

 Bu açıkhava laboratuvarının en ilginç deneylerinden biri de uyku halidir.

 Yani insanın en doğal, en savunmasız, en "kendisi" olduğu hali.

 Evet, dünya insanlarının tümü bedenin uyku isteğine farklı tepkiler verir;

 Örneğin,

 Japonlar, son dakikaya kadar ya bilgisayarıyla uğraşır ya da kitap okur. Uyku bastırdığında hiç kendini zorlamaz. Yani arada gözü dalan, tam kafası düşecekken ayılan bir Japon'a rastlamanız çok olası değildir. Uyku gelir, hemen önceden hazırladığı uyku düzeneği bir kibrit kutusu büyüklüğünden başına koyacağı bir yastığa, üstüne örteceği mikrofiber battaniyeye ya da her ne ise işte ona dönüşür.

Amerikalılar ve uyurken değil, otururken bile sereserpedir. Bir duvar dibi bulur, ayakları uzatır, keyfine bakar. Uykusu gelince biraz daha kaykılır, orası artık en konforlu yataktır. Onun için nasıl göründüğü değil, ne kadar konforlu olduğu önemlidir. Ayaklarına takılıp düşenlere "Tamam bir şeyim yok" diyecek kadar rahattır.

Arapları erkek ve kadın olarak ikiye ayırmak gerekir. Zira 10 yıl öncesine kadar kadınları da erkekleri de araplara özel birer jilbab ve entari ile gezerken şimdilerde durum biraz değişti. Kadınlar yine jilbab ile geziyor ama erkekler en ünlü marka tişörtlere, motosiklet olacakken son anda güneş gözlüğüne dönüştürülmüş ultra-havalı güneş gözlüklerine terfi etmiş durumda. Uykuda da bu fark kendini belli ediyor. Kadın dimdik otururken, erkek onun dizinde sereserpe, kolunu-bacağını savurarak uyuyor.

Peki ya Türk? 

Cevap : Üç tarafının denizlerle, dört tarafının da tarih boyunca tehditlerle çevrili olmasını içselleştirmiş olan Türk vatandaşı havaalanında ASLA uyumaz. En fazla uyuyakalır, ondan da "Pardon, dalmışım!" diyerek mahçup bir ifade ile uyanıverir. En "uyuyanımız" bile kolları birleştirir, "Çiçek" olur ve kafasını ya bir yere dayayarak, dik bir şekilde dayayacağı bir yer yoksa da havada tutarak uyur. Evet, fizik kurallarına aykırı bir şekilde başımız dik uyuruz biz. Peki 6 milyar insan uyurken biz niye bu biyolojik olaya direniyoruz?

Bir nedeni, "Ne olur ne olmaz, pasaport-cüzdan yürümesin" korkusu.

Bir diğeri, "Uyku haliyle oram buram açılmasın" endişesi.

Bir öteki, "Millete rahatsızlık vermeyeyim" tedirginliği.

Bir beriki, "Şimdi tanıdık biri çıkar, rezil oluruz" hassasiyeti.

Bu maddelerin bazıları öğretilmiş endişeler iken, bazıları da bize has güzelliklerimiz, gerek kültürümüzün gerekse inancımızın getirdiği hassasiyetler. Uykusuz kalıyoruz, o ayrı. Ama en azından hassasiyetlerimize sahip çıkıyoruz, bu da işin güzel yanı. 

Bu maddelerin ve sebeplerin en kötüsü ise "Elalem ne der" korkusu olsa gerek. 

"El alem ne der sözünden daha yüksek duvarlı bir hapishane yoktur." 

Bir insan kaynakları şirketinin Türkiye'de yaptığı araştırmasının sonuçları hayli ilginçti. 

Soruyorlar;

 Hangisini tercih edersiniz, 

A ) İnsanlar sizi başarısız zannettiği halde gerçekte başarılı olmak.

B ) İnsanlar sizi başarılı zannettiği halde gerçekte başarısız olmak.

Cevap %90'ın üzerinde B çıkıyor.

Soru değişiyor; 

A ) İnsanlar sizi mutsuz zannettiği halde gerçekte mutlu olmak mı?

B ) İnsanlar sizi mutlu zannettiği halde gerçekte mutsuz olmak mı? 

Cevap yine %90'ın üzerinde B çıkıyor.

Yani mutlu zannedilmeyi, mutlu olmaya tercih ediyoruz. Başarılı olmaktansa, başarılı zannedilmek daha güzel geliyor.

Zaten üniversite tercihlerimizi yaparken de birilerinin (Anne-baba ya da rehberlik danışmanı) hayallerinin dublörlüğünü üstlenmiyor muyuz? Kaçımız gerçekten istediğimiz üniversiteleri tercih edebildik?

Başkaları için yaşamayı bıraktığında hafifliyor insan. 

Hayat sadeleşiyor, insan hayatın gerçek anlamını bulmaya başlıyor.

Mutlu bir haftasonu dilerim