Ýnsanlarý incelemeyi, analiz etmeyi seven benim gibiler için havaalanlarý adeta bir açýkhava laboratuvarýdýr. Ýnsanlarýn en yorgun, en stresli, en karmaþýk hallerini görür, kuþuçuþu 1 saat mesafedeki iki ülke insanlarýnýn ayný olaylara ne kadar ilginç, ne kadar farklý tepkiler verebildiðine þaþýrýrsýnýz.
Amerikalýlar ve uyurken deðil, otururken bile sereserpedir. Bir duvar dibi bulur, ayaklarý uzatýr, keyfine bakar. Uykusu gelince biraz daha kaykýlýr, orasý artýk en konforlu yataktýr. Onun için nasýl göründüðü deðil, ne kadar konforlu olduðu önemlidir. Ayaklarýna takýlýp düþenlere "Tamam bir þeyim yok" diyecek kadar rahattýr.
Araplarý erkek ve kadýn olarak ikiye ayýrmak gerekir. Zira 10 yýl öncesine kadar kadýnlarý da erkekleri de araplara özel birer jilbab ve entari ile gezerken þimdilerde durum biraz deðiþti. Kadýnlar yine jilbab ile geziyor ama erkekler en ünlü marka tiþörtlere, motosiklet olacakken son anda güneþ gözlüðüne dönüþtürülmüþ ultra-havalý güneþ gözlüklerine terfi etmiþ durumda. Uykuda da bu fark kendini belli ediyor. Kadýn dimdik otururken, erkek onun dizinde sereserpe, kolunu-bacaðýný savurarak uyuyor.
Peki ya Türk?
Cevap : Üç tarafýnýn denizlerle, dört tarafýnýn da tarih boyunca tehditlerle çevrili olmasýný içselleþtirmiþ olan Türk vatandaþý havaalanýnda ASLA uyumaz. En fazla uyuyakalýr, ondan da "Pardon, dalmýþým!" diyerek mahçup bir ifade ile uyanýverir. En "uyuyanýmýz" bile kollarý birleþtirir, "Çiçek" olur ve kafasýný ya bir yere dayayarak, dik bir þekilde dayayacaðý bir yer yoksa da havada tutarak uyur. Evet, fizik kurallarýna aykýrý bir þekilde baþýmýz dik uyuruz biz. Peki 6 milyar insan uyurken biz niye bu biyolojik olaya direniyoruz?
Bir nedeni, "Ne olur ne olmaz, pasaport-cüzdan yürümesin" korkusu.
Bir diðeri, "Uyku haliyle oram buram açýlmasýn" endiþesi.
Bir öteki, "Millete rahatsýzlýk vermeyeyim" tedirginliði.
Bir beriki, "Þimdi tanýdýk biri çýkar, rezil oluruz" hassasiyeti.
Bu maddelerin bazýlarý öðretilmiþ endiþeler iken, bazýlarý da bize has güzelliklerimiz, gerek kültürümüzün gerekse inancýmýzýn getirdiði hassasiyetler. Uykusuz kalýyoruz, o ayrý. Ama en azýndan hassasiyetlerimize sahip çýkýyoruz, bu da iþin güzel yaný.
Bu maddelerin ve sebeplerin en kötüsü ise "Elalem ne der" korkusu olsa gerek.
"El alem ne der sözünden daha yüksek duvarlý bir hapishane yoktur."
Bir insan kaynaklarý þirketinin Türkiye'de yaptýðý araþtýrmasýnýn sonuçlarý hayli ilginçti.
Soruyorlar;
A ) Ýnsanlar sizi baþarýsýz zannettiði halde gerçekte baþarýlý olmak.
B ) Ýnsanlar sizi baþarýlý zannettiði halde gerçekte baþarýsýz olmak.
Cevap %90'ýn üzerinde B çýkýyor.
Soru deðiþiyor;
A ) Ýnsanlar sizi mutsuz zannettiði halde gerçekte mutlu olmak mý?
B ) Ýnsanlar sizi mutlu zannettiði halde gerçekte mutsuz olmak mý?
Cevap yine %90'ýn üzerinde B çýkýyor.
Yani mutlu zannedilmeyi, mutlu olmaya tercih ediyoruz. Baþarýlý olmaktansa, baþarýlý zannedilmek daha güzel geliyor.
Zaten üniversite tercihlerimizi yaparken de birilerinin (Anne-baba ya da rehberlik danýþmaný) hayallerinin dublörlüðünü üstlenmiyor muyuz? Kaçýmýz gerçekten istediðimiz üniversiteleri tercih edebildik?
Baþkalarý için yaþamayý býraktýðýnda hafifliyor insan.
Hayat sadeleþiyor, insan hayatýn gerçek anlamýný bulmaya baþlýyor.
Mutlu bir haftasonu dilerim